Dış güçler Özal’ı neden öldürdü!
Bu yazıyı sadece bir bilimsellik içerisinde yazmayacağım. Bu yazıyı aynı zamanda komplo teorisi olarak bir sokak muhabbeti içerisinde yazacağım.
Ana konumuz şu: Kim ve neden Türkiye’nin değişmesini istemiyor ve Türkiye’nin büyük bir güç olabilmesi için kalkınmasının önünü kesiyor?
Mesela karanlık 90’lı yılların yaratıcısı Tansu Çiller ile ülkeyi yabancı sermaye bağımlılığına mahkum eden RT Erdoğan’ın yakın dostluğu nereden geliyor?
Olaya 80’lerden başlayalım. O yıllara kadar Türkiye’nin kır-kent nüfusu şöyleydi: Doğum oranı çok yüksek olduğundan kalabalık köylerde geçinemeyen insanlar şehirlere gurbete giderlerdi.
60’lı yıllarda yükseköğretim oranı %3,1 iken 70’lerde bu oran %5,7’ye çıkabildi. Ama 80’lerde bu oranı %10’un üzerine çıkarken asıl lise ve dengi okullaşma oranını %13,2’lerden %36,6’ya çıkartmış olduk.
Yani 80’lerde eğitimde makus döngüyü kırarak köyde doğan çocuklar şehirlere gurbete gitmek yerine eğitime ve orta sınıfa geçiş yapmaya başlamıştı.
Rahmetli Turgut Özal buna “Orta Direk” deyip dururdu.
Nitekim 1980 yılında 44,7 milyon olan ülke nüfusunun sadece 16 milyonu kentlerde yaşıyordu (%35,9). 1990 yılına geldiğimizde ise 56,5 milyon nüfusun 29 milyonu artık şehirlerde yaşıyordu (%51,3)
Sonraki 10 yılda Çiller sayesinde (1990-2000) kentleşme oranı düşerek %7,7’den %2,9’a geriledi.
Özal neyi başarmıştı: Köyde doğan ve gurbete çalışmaya giden yeni nesli adeta okumaya ve orta sınıfı oluşturmaya geçecek ortamı sağlamıştı.
***
80’li yıllar vergi yükü %10’larda seyrederken kamu yatırım oranı %15-20 arasında gerçekleşiyordu. Yani hem çok daha az vergi topluyor hem de çok daha yüksek kamu yatırımı gerçekleşiyordu.
Bugün ‘Genel Devlet Dengesinde’ kamunun topladığı kaynak ülke gelirinin yüzde 42’sine gelirken kamu yatırım oranı %8,2’lere saplanıp kalmıştır. (Ama eser siyaseti adı altında az iş çok laf edebiliyoruz. Adeta lafla peynir gemisi yürütülüyor)
Burada bir not daha düşelim: GSYH iki kez kağıt üzerinde değiştirilmiştir. Eğer bu değişim olmasaydı ve eski seri GSYH ile devam etseydik kamunun ülke gelirinin yüzde 50’sini almış olduğunu resmi olarak görecektik. İşte bunu gelir revizyonuyla örtmüş olduk.
Kısaca bugün devasa bir kamu yükü sırtımızda ama maalesef kamu hizmeti adına nerede ise hiçbir şey görmüyoruz.
Kamu kaynaklarının nereye gittiğini özellikle Hazine garantili müteahhit işlerinden anlayabilirsiniz... (Görmek isteyenlere...)
İLK KALKINMA HAMLESİ
80 sonrasını liberalizm ve yabancı sermaye bağımlığına hapsolmak gibi bize gösterilen algı aslında tamamen yanlış.
1975-1981 yılları içinde 22,9 milyar dolar dış ticaret açığı ve 14,8 milyar dolar cari açık veriyoruz. Yıllık ortalamaya göre 3,2 milyar dolar dış açık ve 2,1 milyar dolar cari açık var.
1981-1992 yılları içerisinde ise 48,5 milyar dolar dış açık ve 8,4 milyar dolar cari açık veriyoruz. Bakınız yıllık ortalamaya göre dış açık 4,4 milyar dolara çıkıyor ama yıllık cari açık 765 milyon dolara geriliyor.
Yani 80’lerde Özal döneminde ülkenin döviz diye hiçbir bir derdi kalmıyor.
Hatta ihracat önceki 7 yıllık ortalamaya göre yüzde 302 artarken ithalat artışı yüzde 150’de kalıyor. Yine önceki 7 yıllık ortalamaya göre yıllık dış açığın ihracata oranı %132 seviyesindeyken Özal döneminde dış açığın ihracata oranı %45’e geriliyor.
Veya şu şekilde de izah edebilirim: Yıllık ortalama cari açığın ihracata oranı Özal döneminde %7,7 iken Erdoğan liderliğindeki AK Parti döneminde cari açığın ihracata oranı %21,0 olarak gerçekleşmiştir. Felaketi görebiliyor musunuz?
Burada mesele şu: Hem büyüme hem değişim hem de yabancı sermaye bağımlılığı ne olmuş?
Özal döneminde Türkiye eski seri GSYH’ya göre tam %68,5 büyürken her bir birim büyümeye düşen cari açık sadece ve sadece 174 milyon dolarmış. Ama Erdoğan liderliğindeki AK Parti döneminde büyüme yeni seriye göre ilk dönemde %76,8 ve ikinci dönemde %66,8 olurken büyümenin nerede ise tamamı yabancı sermayeden gelmiş. Çünkü Erdoğan dönemi her 1 puanlık büyümeye düşen cari açık 4,2 milyar dolar ediyor.
Şimdi yavaş yavaş komplo teorimize gidelim...
Rahmetli Özal, ülkeyi baştan aşağı yeniliyor ve değiştiriyor. Adeta yeni bir Türkiye oluşmaya başlıyor... Hani ağaç dikersiniz ve ilerleyen yıllarda meyve alırsınız ya işte o büyük değişim 80’lerde başlıyor. Türkiye hem dışa açılıyor hem de sanayileşmesini başlatıyor.
Çok büyük maliyet içermesine rağmen (bu maliyeti 80’lerde enflasyon olarak ödedik) değer yaratan büyümeye 80’lerde adım attık.
Yeni seri GSYH hesabına göre en az yüzde 90’lık büyümeye denk gelecek o dönemde büyümenin nerede ise tamamını kendimiz kaynak üreterek gerçekleştirdik.
Özal döneminde öyle hiç yabancı sermaye ihtiyacı-dilenciliği vs olmadı. Dış açığımızı kapatmak için ulusal egemenlik haklarımızdan vs tavizler verecek noktaya da hiç gelmedik.
VE 93 ÖLÜMLERİ..
Türkiye 80’lerde büyük değişimi yakalamış ve sanayileşme hamlesi ile ekonomisini değiştirirken aslında toplumsal değişimi de başlatmıştı. Eğitimde kaliteyle beraber sayısal değişimi de yakalayarak orta sınıfı oluşturacak büyük hamleyi de başarmıştı.
Hem kendi kaynakları ile çok hızlı büyüyor hem de büyük toplumsal değişimi yaşıyordu. Ama asıl büyüme ve kalkınma hamlesi sonradan gelecekti. Çünkü 80’ler ağaç dikme veya temel atma hamlesiydi.
Ve sonra Çiller geldi... O dikilen ağaçları adeta kökünden kesip attı. Ülkeyi dış açık-cari açık ve krizler sürecine öyle güzel sokuverdi ki... hala döviz ihtiyacına sıkı sıkıya bağlı bir ülke durumundayız.
Erken emeklilik ile ülke bütçesine sokulan virüs ise iç borç bataklığı ve kamu yatırımlarının kesilmesi gibi bir sonucu doğurdu.
Karanlık 90’lı yıllarda büyüme oranı Özal dönemine göre yarı yarıya düşerken, her 1 birimlik büyümeye düşen cari açığımızı da 174 milyon dolardan 941 milyon dolara çıkartmış oldular.
Bu büyük çöküş 93 ölümleri ile adeta start alınca insanın aklına ister istemez çok şey geliyor tabii.
***
Ve şimdi... Yani Erdoğan liderliğindeki AK Parti...
Türkiye yabancı sermayesiz adeta hiç büyüyemiyor. Hani diyorlar ya... GSHY’yı 3 kat artırdık.. İşte o artışın (yaklaşık 600 milyar dolar) 260 milyar doları revizyonlarla kağıt üzerinden geldi. Ama kalan kısımdan çok daha fazlasını da cari açıkla sağladık... AK Partili yılların (2003-2022) toplam cari açığı tam -611 milyar dolar...
Bunun anlamı şu: AK Partili dönemlerde kendimiz değer yaratarak bir santim ilerleyemiyoruz.
Ülkemiz değer yaratamıyor ve adeta yabancı sermayeye esir edilmiş durumda. Teknoloji seviyemiz 2006’dan beri zırnık ilerlemezken eğitim kalitemizi de sürekli çökertiyoruz.
Özal’ın büyük hayali olan toplumsal değişimi de adeta orta sınıfı yok ederek, yani şehirlerde yaşayan köylülere dönüşerek ortadan kaldırıyoruz.
Özal’ın kurmaya çalıştığı büyük Türkiye hayalinin ekonomik ayağını Tansu Çiller keserken toplumsal değişim ve bilimsellik ayağını da Erdoğan ve AK Parti kesiyor.
Adeta taban sınıf üzerinden cehalet toplumuna geri dönüyoruz.
KAPKARA BİR GELECEK
80’lerde büyük hayalleri ve umutları olan bu toplum bugün kapkara bir gelecek ile karşı karşıya.
Eğitimlilerin ülkesini terk ettiği bir topluma nasıl geldik? Eğitimin kalitesini ve ülkenin değer yaratan üretimini nasıl bitirdik?
Kalkınma adına adeta ne varsa yok ederken gelecek nesillerin gelirini de şimdiden harcayarak onlara kapkara bir gelecek bırakmaya doğru ilerliyoruz.
(Bu konuları defalarca veriler eşliğinde eski yazılarımda bölüm bölüm incelemiştim)
Şimdi sormamız gereken soru şu: Bu ülkenin bağımsızlaşmasını, kendi değerini üretmesini, büyüme-şişme ve kriz sarmalı yerine kalkınma ve değer yaratma hamlesini kimler ve neden istemezler?
Acaba bu işte bir komplo mu var? Sahi Erdoğan’ın dilinden hiç düşürmediği bir dış güç teorisi var ise o dış güçler 90’lardan beri yaşadıklarımızdan başka ne istemiş olabilirler? Güçlü Türkiye’nin önünü kim kesiyor? Emsallerine göre giderek zayıflayan ve ilerleyen yıllarda çok daha zayıflayacağı belli olan bir Türkiye kimin hayali olabilir?
Bu ülkeyi değer yaratamaz, fakirliğe mahkum hale kim neden getirdi. Bu ülkeyi çocuk bile yapamaz noktaya kim taşıdı?
Farkında mısınız bilmem ama Türkiye büyük bir YAPISAL ÇÖKÜŞ içinde. Kurumlarımız, kurallarımız, değerlerimiz yıkım üzerine yıkım yaşıyor. İnanç dünyamız bile bu yıkımdan büyük pay alarak toplumsal dayanışma yerine toplumsal ayrışmaya araç olmaya başlamıştır.
Sahi, sormamız gerekmez mi: Bu süreçleri komplo teorisi dışında nasıl izah edebiliriz?
Yoksa Özal’ı dış güçler mi öldürdü? 93 ölümleri kimin eseri olabilir veya bu ölümler sonrası Türkiye nereye savruldu?