Dolar artıyor ama...
Tıpkı sağlıkta olduğu gibi, ekonomide de her kötü olay bir felaket değildir. Veya her yapıcı reform da sadece olumlu sonuçlar vermez. Nerede ise her kararın bir yan etkisi vardır.
Mesela, 2001 yılında uygulamaya aldığımız Derviş-IMF ekonomi programı çok gerekliydi. Ama o programın miadı 2006-07’de doldu ve sonrasında sürekli ekonomiyi olumsuz etkilemeye başladı. Tıpkı antibiyotik tedavisi gibi... Vücuttaki iltihap kurduktan sonra da alınmaya devam edilen antibiyotik, bir süre sonra bizzat vücudu yemeye başlıyor.
2001’de IMF-Derviş “güçlü ekonomiye geçiş” programının iki ana hedefi vardı: 1-) Devletin kasası boştu ve borç batağındaydı. 2-) Bankacılık sistemi çökmüştü ve bankaların kesesine para girmesi gerekiyordu.
2002 yılında devlet 350 milyar liralık GSYH’dan %31,0 pay alarak 109 milyar lira topluyordu. 2016 yılında ise programa göre devlet, 2 trilyon 207 milyar liralık GSYH’nın %41,0’i olan 904 milyar lirayı toplar oldu.
Eğer devlet 2002’deki oran kadar para toplasaydı, 2016 yılında 904 milyar değil, 684 milyar lira almış olacaktı. Anlayacağınız devlet her yıl artan milli gelire rağmen kendi gelirine her yıl daha fazla para ekledi. Sadece 2016 yılında devletin topladığı fazladan para 220 milyar liraya ulaştı. Bu fazla paraya rağmen hala YİD modeli uyguluyoruz. Maalesef...
Gelelim Derviş-IMF programının beslemeyi amaç edindiği ikinci bölüme; yani bankalara.
Sektörün 2003 yılında öz kaynakları (kendi varlıkları) 35,5 milyar liraydı. Aradan geçen 13 yıl sonra bankacılık sektörünün öz kaynaklarının 300 milyar liraya ulaştığını görüyoruz. Eğer bankacılık sektörü de Türkiye ekonomisi ile eş değer büyüme gösterseydi, bugün öz sermayeleri 300 milyar değil 172 milyar lira olacaktı.
***
Bugün ekonomide en büyük sorun ne? dendiğinde hatırlarsanız ben sürekli bu iki şişkinliği gösteriyorum.
1-) Devlet çok yüksek vergi alıyor: Vergileri üretimden alıp-tüketime aktarıyor.
2-) Her şey kredilere-bankalara bağlandı: Bankalar mevduata verdikleri faiz ile krediden aldıkları faiz makasını açarak, daha fazla kendilerine yontmaya başladı. Sorun faiz oranı değil, faiz makasıdır.
***
Şimdi gelelim dünden kalan konuya...
Yukarıda bahsettiğimiz gibi ekonomimizde yapısal bir sorun var ve maalesef ekonomi yönetimi bu yapısal tıkanıklığı bir türlü açamıyor. Belki de bu yapısal tıkanıklığı kabullenmek istemiyor.
Açıkçası bilmiyorum.
Dün şu örneği verdim: Dolarda 2013-2015 arası da sert artış oldu, ama bu artış geçmişin farkını kapattı. 1,80’den 3,07’ye olan yükselişin enflasyona yansıması oldukça sınırlı kaldı. Oysa, 3,10’dan 3,90’a giden yükseliş yıllar sonra yeniden devalüasyon etkilerini gösterdi. Her dolar yükselişi enflasyonu da yükseltti. Yurt içi üretici fiyatları ve yurt dışı fiyatlarda normal ötesi artışlar yaşandı.
Burası devalüasyonun maliyet kısmı... Ve Türkiye bu maliyeti yaşıyor.
Gelelim işin fayda kısmına.
Devalüasyonlar aynı zamanda yerli malların fiyatını düşürmektedir. Buna karşılık ithal malların da fiyatını artırmaktadır. Diyelim ki yerli araba 50 bin lirada kalarak 15 bin dolar ederken, yabancı araba 20 bin dolardan 80 bin liraya yükseliyor. Ve de bu fiyat farkları ihracatı artırırken, ithalatı da azaltıyor.
1993 yılında -6.433 milyon dolar cari açık veren ekonomimiz, 94 devalüasyonu ile +2.631 milyon dolar cari fazla verdi. Keza 2000 yılında -9.920 milyon dolar olan cari açığımız da 2001 devalüasyonu ile +3.760 milyon dolar cari fazlaya döndü.
***
Dolar, Eylül 2016’da 3,10’u kırdı ve fiyat etkileri Kasım ayında başlayarak kendini gösterdi. Aralık 2016 ve Ocak 2017’de bu etkiler adeta zirveye çıktı. Oysa Aralık 2016’da cari açığımız (aylık bazda) -4.268 milyon dolar oldu. Birikimli yıllık cari açığımız ise -32.118 milyar dolardan -32.605 milyon dolara yükseldi.
Açıkta azalma değil, artış yaşandı.
TIM kayıtlarına göre; Ekim 2016’da ihracatımız 11.727 milyon dolarla -%4,6 azaldı. Kasım 2016 ihracatı 11.952 milyon dolarla %5,0 artsa da, aylık ihracat ortalamasının altında kaldı. (Aylık ihracat ortalaması 12,5 milyar dolar). Aralık ihracatımız ise %7,4 artışla 12.346 milyon dolar olurken, yine ortalamanın altında kaldı.
Ocak 2017 ihracatı %15,0 artışla büyük rekor kırarken, ulaşılan ihracat rakamı 10.528 milyon dolardı. Oysa üç yıl önce 2014 Ocak ayında ihracatımız 11.977 milyon doları görmüştü. Anlayacağını 2017 Ocak ayında çok övündüğümüz rekor artışlı ihracatımız, 2014 Ocak ayı ihracatından 1,5 milyar dolar daha azdı.
Maalesef artık mutlak başarı artışlarından değil, görece yüzdesel değişimlerden övünür noktaya geldik.
Bu yazı aslında “büyüme gücümüzü kaybetmekle” alakalı. Bu konuda da 2009’dan beri uyarı yazıyorum. Lütfen bu konudaki eski yazılara da göz atın... Ve öyle değerlendirin.