Fabrikalar üç vardiya çalışıyor ama yatırım az
İSO Başkanı Erdal Bahçıvan ve İSO Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay ile Türkiye hakkında Trabzon’da çok açık bir sohbet gerçekleştirdik. Galiba Trabzon’un havasının da etkisi ile özellikle ekonomide ve eğitimde yaşanılan sorunlar hakkında net tespitler ve öneriler gündeme geldi. İki önemli isim üretim artışının yatırıma yansımadığını söyledi.
* Önce Türkiye ekonomisi. Büyüme verileri ve genel beklentiler nedir? Mevcut tabloyu nasıl yorumlarız?
Erdal Bahçıvan: Geçen yılın fevkalade olumsuz geçmesinden sonra 2017’ye dair tüm beklentiler daha olumlu. Yılın ilk 9 ayı itibarıyla ekonomi %5’i aşabilecek bir büyüme işareti veriyor. Üçüncü çeyrekte de büyük bir ihtimalle baz etkisinden dolayı güçlü bir büyüme geleceği muhakkak. Bunların hepsiyle 2017 kapanışının 5’in üzerinde olması artık sürpriz gözükmüyor.
Ama tabii, Türkiye bunu 2018’e nasıl taşıyacak?
-Neler sürdürülebilir?
-Neler 2018 için ek yapılacak?
Üzerinde durulması gereken nokta yılın son döneminde, ya da 2017’yi nasıl kapatacağımızdan daha ziyade 2018’e nelerden ders alarak, nelerin rotasını düzelterek, nelerde balans ayarı yaparak girebilmenin hesapları kitaplarını yapmak gerekiyor. 2018’i kendi haline bırakma lüksümüz yok.
YATIRIM İKLİMİ DOĞMADI
Sanayi büyümeye hem üretim artışı hem de ihracatın büyük kısmını gerçekleştirerek çok önemli katkı veriyor. Ama yatırımlar tarafında baktığımız zaman henüz daha bu olumlu katkının yatırımlara dönüştüğünü maalesef söyleyemiyoruz
Tekrar söylüyorum, yatırımlara dönüştürme noktasında, kapasitelerdeki güçlü artışın yatırımlara dönüşmesi noktasında henüz daha çok güçlü bir iklim doğmuş değil. Kapasite Kullanım Oranı (KKO) yüzde 79-80’lere geldi. Normalde kapasite kullanımı bu seviyelere gelmeden yatırımlar başlamış olmalıydı. Ortada ciddi teşvik paketi olmasına rağmen güçlü bir yatırım hamlesinin başlamamış olması irdelenmelidir. Bu en önemli konulardan biridir.
Mehmet Şimşek’in de değindiği “ertelenen yatırımlar” konusu...Kapasiteler belirli bir doygunluğa ulaştı. Çoğu sektörde bunu görüyoruz. Başta otomotiv olmak üzere, üç mesai ile çalışan tesisler var. Biz bunların artık her birinin belli bir yatırım hamlesine dönüşmesi mutlaka gerekiyor. İnşallah bunların 2018’de yatırıma dönüşmesini görürüz. Ama yatırımlar kesin olur diyebilmek için henüz erken...
Makine ve tesisat yatırımlarında büyümeye rağmen düşüş var. Bu temel göstergedir.
YATIRIMLAR NEDEN GECİKİYOR?
Muhtelif nedenleri olabilir bunun. Tek bir nedene bağlamak, tek bir neden üzerine bunu oluşturmak çok doğru değil.
1-) Politik nedenler: Büyük boyutlu yatırımlar için o iklimin çok parlak bir yatırımcı açısından görüntü vermediği birtakım nedenler bunun herhalde en başlıca sebeplerinden biri.
2-)Teşvikler yeterince anlaşılmadı
3-) Yüksek faiz
4-) Dış finansman sıkıntısı: Eskisi kadar rahat dış finansmanın sağlanamaması veya sürdürülebilir şekilde sağlamaması...
Zeynep Bodur Okyay:
POLİTİKALAR SÜRDÜRÜLEBİLİR OLMALI
Büyüme yüzde 5,1 ama potansiyel %7,0-7,5 aslında. Burada bir nokta önemli. Biz yatırımlarda özel sektörün ne yatırım yaptığını bilmiyoruz. TÜİK verileri burada ‘kamu-özel’ birleşik açıklıyor.
Türkiye büyümeye mecbur. Bütün teşvikler büyümeye yönelik. İhracata bakıyorsunuz mesela, orada da sürekli rakamlar inişli-çıkışlı. Oysa ihracatın sürdürülebilir olması gerekli. Özel sektörün yatırım kararı da sürekli olmalı. Halen yapılan yatırımlar var ama bu yatırımların daha çok ayakta kalabilmek için, sanayicinin mecburen yapması gereken yatırımlar. Dolayısıyla hem yatırımın türüne bakmak lazım hem de gerçekten özel sektör kaynaklı yatırımların ne olduğunu çok iyi incelemek lazım.
Sürdürülebilirlik açısından borçlanmaya da bakmak gerekiyor. Şirketler, özel şirketler geri ödüyor mu, ödeyebiliyor mu?
KGF çok hareket getirdi. Teşvikler de etken oldu. Ama onları çektiğin zaman ne oluyor? İşte burası da önemli. Türkiye’nin diğer ülkelerden pozitif ayrışması gerekiyor ama şu anda öyle bir şey yok emerging market’lar arasında.
Bir diğer kritik konu ise enflasyon. Türkiye için ideal enflasyon %6’lar deniyor, yeter ki büyüyelim ama enflasyon da ne olursa olsun demeyi doğru bulmuyorum. Temel dengelerin çok net ve yerli yerinde olması lazım. Sonra ne pahasına büyüyorsunuz nasıl büyüyorsunuz, kaliteli mi büyüyorsunuz, bu soruları sormak çok önemli.
Ülkenin biraz da genç bir nüfus olması nedeniyle, hane halkının tasarrufu zor. Hadi biz eğitime ve saire, ne kadar para harcadığımızı biliyoruz. Dolayısıyla Türkiye bir Avrupa ülkesi değil, oradaki gibi yaşlı bir nüfusu yok, ama neticede özel sektörün de hane halkının da bir tasarruf yapıp, ona göre bunu büyümeye ayırması gerekiyor bu kaynakları.
Dışarıdan yatırım için kaynak gerekiyor. O kaynak da ancak dengeli ve istikrarlı bir büyümeyle bu dövizin, enflasyonun ve faizin çok orantılı bir şekilde yönetilmesiyle alakalıdır. Şu an Türkiye’nin getirisi yüksek. Gelen para daha çok sıcak para. Oysa bizim ihtiyacımız olan dönüşüme kaynak getirmek. Bu da tabii ülkenin geleceğine ve politikalarıyla, tutarlı şekilde güveni ne kadar sağladığımızla alakalı bir şey.
Erdal Bahçıvan:
BÜYÜK YATIRIMLARIN FİNANSMAN SORUNU
Kredi Garanti Fonu 2017’nin muhteşem bir inovasyonu. Reel sektörle finans kesimi arasındaki oluşan ve giderek de artması çok muhtemel bir stresi önleyen, ortadan kaldıran bir enstrüman oldu. Bundan sonra Kredi Garanti Fonu’na artık nitelik kazandıracak ve uzun vadeli bir ekonomik büyüme, nitelikli büyüme politikasına destek verecek bir dönüşüme, bir evrime Kredi Garanti Fonu’nu değiştirmek, dönüştürmek gerekiyor. Çalışmalar da bu doğrultuda yapılıyor.
Bizim arzu ettiğimiz Türkiye hakikaten marka boyutlu yatırım dediğimiz, rüya yatırımları dediğimiz yatırımlara dönüştürme noktasında Kredi Garanti Fonu’nun önümüzdeki dönemde çok önemli rol oynayacağını düşünüyorum.
Türkiye’nin finans kaynağı oluşturma noktasında çok ciddi önlemlere ihtiyacı var. Hele bu tür büyük yatırımlar açısından akılcı birtakım finans kaynakları oluşturma noktasında ciddi bir yaratıcı fikirlere ve desteklere ihtiyacı var. Gelecekte FED parayı çekmeye başlayacak. 2018’e girerken hazırlanmamız gereken en önemli noktalardan bir tanesi budur.
Bankalar şu anda bu sene tabii çok mutlu gözüküyorlar ama bankacının mutluluğuna çok güvenmemek lazım. Bir mutluluk döneminden geçiyor bankacılar ama bu mutlulukları nasıl çok kısa zamanda mutsuzluğa dönüşüp, o mutsuzluğun da reel sektörde ne tür zorluklar yarattığını en azından biz sanayiciler olarak herkesten çok daha iyi biliyoruz. Yatırımların hedeflendiği, hepimizin yatırım beklediği yeni dönemde, mutlak suretle bu yatırımları besleyecek finans kaynağı noktasında da çok daha güçlü ve destek verici birtakım farklı kaynaklara, farklı enstrümanlara, farklı teminat noktalarına Türkiye’nin, Türk sanayisinin, Türk reel sektörünün ihtiyacı olacak.
Zeynep Bodur Okyay:
ŞEFFAFLIK VE DİYALOG ÇOK ÖNEMLİ
Proaktif önlemler iyi bir netice verdi sonuçta. %5 büyüdük işte. Şimdi bunun niteliksel kaliteye dönmesi gerekiyor. Bunun için çok iyi stratejilerle kaynakların yönlendirilmesi gerekiyor. Türkiye’de, Bakan Bey de söyledi “katma değerli ürünler yüzde 3’de.” Hani Türkiye’yi zıplatacak olan teknolojilerin üretimi!
Teknolojik ürünlerin yüzde 20’lere çıkartılması hedefi var. Yüzde 3’den yüzde 20’lere gelmek kolay değil. Ama bunun başarılması lazım. Bunun için de başta insan kaynağı olmak üzere, yatırımların doğru yönlendirilmesi gerekiyor. Ölçülebilirlik ve şeffaflık gerekiyor.
Türkiye’nin reform yapma kapasitesi var. Bunu geçmişte yaptık ve başardık. Şimdi tekrar bir duraklama ve yorgunluk dönemi yanında bir de uluslararası olağanüstü şartlar var. Bunlardan sıyrılıp o eski dönemi kazanmamız gerekiyor.
Sanayi sektörü bu dönüşümün kilit noktası. O yüzden fikirlerin bir şekilde değerlendirilmesi ve buna yönelik hızlı ve kalıcı çözümlerin getirilmesi gerekiyor. Her zamankinden daha fazla koordinasyona ve her zamankinden fazla diyaloğa ihtiyaç var.
Zeynep Bodur Okyay: Bir anne olarak konuşuyorum: Çocuklarımızı eğitim sisteminin belirsizliğinden korumamız gerekiyor. Okullarda rehber hizmetler falan bir hazırlık olmalı. Çocukların üzerinde çok ciddi baskı oluştu. Bu sene sınava girecek olan çocukların ruh halini düşünmek lazım. Burada bir kriz var ve bu krizi doğru yönetmek lazım.
Erdal Bahçıvan: İşini kaybeden üniversite mezunu kadınlar hakkında, galiba korumanın sınırını kaçırıyoruz. Bu sorunun temelinde esnek çalışma sisteminin gecikmesi yatıyor. Almanya’nın AB’den ayrışmasında Schröder dönemindeki çalışma hayatının esnek çalışmaya dönmesi yatıyor.
EĞİTİM SİSTEMİNDEN HERKES ŞİKAYETÇİ
* Özel sektörden 6 üniversite dışından gelen elemanlara fazla itibar edilmediğini duyuyoruz. Eğitim sisteminde bir sorun mu var?
Erdal Bahçıvan: Eğitim sistemi hakkında çok şey düşünüyoruz. Tatmin edici boyutta ne yazık ki o konuyu çözemiyor Türkiye. Sayın Cumhurbaşkanı da bu konuda serzenişini ortaya koyuyor. Ne yazık ki, Türkiye son yıllarda birçok konuda yapmış olduğu atılımı eğitimde başaramadı.
Türkiye’nin net yapması gereken bir konu var: Öğretmen kalitesini yükseltmek. Toplumun başka belki birçok bütçe kaynağından fedakârlık edip öğretmen maaşlarını toplumdaki en kıymetli, bu ülkenin evlatlarının, en kıymetli beyinlerinin öğretmen olabilmeye gitmesi gerekiyor. Yani devrimi böyle yapması gerekiyor.
Finlandiya örneğinde görüyoruz: Hakikaten en güçlü beyinlerin, en kıymetli ve en cazip mesleğin öğretmenliğe dönüştürülmesi lazım. Türkiye’nin sabırla dönemini kapatmış olan kadroları da hızlı bir şekilde tasfiye ederek, mutlaka öğretmen kalitesini yükseltmesi gerekiyor.
Meslek liselerinin bir bakıma içindeyiz. En iyi meslek lisesi binasını yapsanız dahi orada eğitim vereceklerde sıkıntı var. Liyakate dayalı bir başarının ötesinde başka değerlendirmelerle de öğretmenlerin atandığını, o öğretmenlerin yer değiştirdiğini görmekteyiz.
SERVİSLERDE YAŞANAN REZALET
Bizim asla ve asla üzerinde oynamamız gereken en temel insan kaynakları konusunun öğretmen olması lazım. Servis niye var? Yani kim kendi kapısının önündeki okuldan çocuğunu, 30, 40, 50, 60 kilometre öteye gönderir? Çünkü kapımızdaki okulun öğretmenine güvenmediğimiz için çocuklarımızı kilometrelerce uzağa gönderiyoruz. Ve bunun yaratmış olduğu maddi, aile bütçelerine gelen sıkıntılar var. Aile bütçelerinin çok önemli bir kısmı eğitime gidiyor.
Özel ders, özel hoca, özel servis, özel kurs, özel okulun kendine göre birtakım farklı angaryaları... Burada bir avuç doğru öğretmenin buluşmuş olduğu pahalı okullara, paralı okullara bir öğrenci gönderebilme arzusu yatıyor. Bizim eğitimi mutlak suretle eşit, dengeli ve her okulun her öğretmeninin rahatlıkla ailelerinin çocuklarını emanet edebilir bir seviyeye getirmemiz gerekiyor.
Bu kadar farklılık Türkiye’nin artık kaldırabileceği bir noktayı aştı. Yani işte ondan sonra serviste unutulan çocuklar, serviste yaşanan rezaletler vs. Bunlar hepsi bu maalesef dengesizliğin yaratmış olduğu defacto’lar. Sonra işte o okullardaki farkı kapatabilmek için yapılan sınavlar, o sınavlara yapılan hazırlıklar...
Zeynep Bodur Okyay:
ÜLKENİN DİBİNE DİNAMİT KOYMAK
Bütün dünya bilgi ekonomisine gidiyor. Türkiye’nin yapması gereken ne? Türkiye tasarım yapmak zorunda, teknoloji üretmek zorunda ve de açıkçası insan kaynağına yatırım yapmak zorunda.
Avrupa’da bile verimlilik çok daha yüksek. Yabancı ortaklarımızla da konuştuğumuz zaman oradaki hem mühendislik kalitesi hem mühendise ödenen ücret ve karşılığında elde edilen çıktı çok dengeli.
Türkiye’nin artısı ne diye sorulduğunda ‘genç nüfus’ diyoruz. Oysa 2030’lara doğru bu da azalacak. Şimdi bizim insanımızı çok iyi yetiştirmemiz gerekiyor. Bugün verilen bir karar 5 yıl, 10 yıl, 15 yıl sonraki, yani ondan sonraki nesilleri etkiliyor. Dolayısıyla hani sağlık politikaları, eğitim politikaları ve ekonomi politikaları uzun vadeli şeyleri. Bunu bugün öyle, yarın böyle diye değiştirmek çok akılcı gelmiyor.
Uzun süredir yapılmayan, geçmişteki hükümetler tarafından da sağlık ve eğitime fazla bütçe bu dönemde ayrıldı. Bu doğru ama bu bütçenin nasıl kullanıldığı çok kritik. Yani genç nüfusumuz var, öğretmen sayımız yetersiz, çok fazla sayıda öğretmen yetiştirmemiz gerekir ama kaliteli insan yetiştirmek için de tecrübeli eğitmene ihtiyaç var.
Bakın iş dünyasında mesela bir mühendis mezun olduktan 5-6 yıl sonra yeniden eğitilmek zorunda. Çünkü okulda alınan bilgi yetmiyor. Eskiden 30 yılda değişen teknolojiler, artık bir-iki yılda değişiyor.
İşletmelerin insan kaynaklarının çok ciddi dönüşmesi gerekiyor. Dolayısıyla bu yeni döneme ayak uydurmak için kaliteli insanı istihdam etmenin dışında onların sürekli bilgilerini taze tutup geliştirmekle ilgili politikalar üretilmesi gerekiyor. Sadece ücrettir, diğer haklardır, şunlar bunlar, sınırlı bir İK politikasıyla bir yere gidemeyiz. Özel sektörün ve de devletteki istihdamın da bu şekilde olması gerekiyor ve daha farklı bir insan kaynakları politika ve yönetimine ihtiyaç var.
Daha çok merak, sorgulayan, merak eden, öğrenen bir modele doğru gideceksek öğretmenlerin de milli eğitimin de müfredatının da buna uygun olması gerekiyor. Dolayısıyla şimdi sık sık değiştirilen müfredatlar da sık sık değiştirilen eğitim politikalarıyla bir yere gidilmeyeceği de çok aşikar. Burada herkes mustarip. Bir ülkenin bence dibine dinamik koymak demek insan politikasıyla oynamak demek. En önemli şey ne diye insan kaynakları demek lazım.
Erdal Bahçıvan:
PLANLAMAYI ORTADAN KALDIRDIK
Kamu olarak üzerinde durmamız gereken mühim bir konu planlamanın maalesef hızlı bir şekilde plansızlığa dönüşmesi. Planlamayı sanki serbest ekonominin önünde çok büyük bir engelmiş gibi bir algılama oluşturduk. Rahmetli Özal döneminden beri başlayan bir trend ve aşırı liberalliğin sadece plansızlıktan geçebileceği noktasında bir ekonomik anlayışa döndük.
Bu bir yerden sonra planlamadan çıkıp kontrolsüzlüğe doğru dönüşmeye başladı. Kaynak israfına dönüşmeye başladı. Hatta ne yazık ki hızlı ve çok çabuk kararlar alma sürecine dönüşmeye başladı. Birçok konuda bunun ne yazık ki, konut sektöründe de görüyoruz, tarımda da görüyoruz, eğitimde de görüyoruz, ekonominin farklı alanlarında da görüyoruz.
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) çok kötü bir kurum değildi. Değişebilir ve reform edilebilirdi. Ama biz onu ortadan kaldırdık. Şimdi görüyoruz ki hakikaten Türkiye planlamanın eksikliğini pek çok konuda fazlasıyla hissediyor. Her isteyenin her istediği noktada otel yapabildiği, her isteyenin her istediği noktada AVM yapabildiği, her isteyenin istediği kadar konut üretebildiği, her isteyenin istediği kadar okul açabildiği bir dönem.