Fakirleştiren büyüme! (Asgaride buluşan toplum)

Bu başlıkta bir yazıyı 2013 yılında yazmıştım. Lakin konunun peşini aslında hiç bırakmadım ve defalarca gündeme taşımaya çalışmıştım.

Galiba şimdi yeniden ele almam gerekiyor.

Evet, Türkiye 2009-2016 arası tam yüzde 57,8 reel büyüme gerçekleştirdi. Son iki çeyrekte ise yüzde 5,2 ve yüzde 5,1 büyüme oranları yakalandı.

Acaba bu büyüme oranlarında kim kazanıyor, kim kaybediyor?

***

Yeni hesaba göre 2013 yılında 950 milyar dolar olan ekonomik büyüklüğümüz, 2016 yılında 863 milyar dolara gerileme gösterdi. 2017 ilk yarısı itibari ile de ekonomik büyüklüğümüz 834 milyar dolara düşmüş oldu. Oysa 2013-16 dönem üç yılda ülkemizin GSYH’sı reel bazda tam yüzde 15,1 büyüme gösterdi.

Anlayacağınız TL’nin dolar karşısında değer kaybı, bizi son üç yılda reel büyüme oranımıza rağmen fakirleştirdi. Mahfi Eğilmez bu konuyu “yoksullaştıran büyüme” olarak ele alıyor.

***

Ben, “fakirleştiren büyüme” başlığı altında konuyu biraz daha açmak istiyorum. Son yıllarda hem nominal hem de reel olarak en azından TL bazında zenginleşiyoruz. Mesela banka hesaplarında milyoner sayımıza bakalım: 2012 yıl ortasında 47 bin kişi milyonerken, 2016 ortasında bu sayı 95 bine yükseldi. Son veri 2017 ortasına ait: BDDK verilerine göre artık 119 bin milyonerimiz var.

The Boston Consulting (BCG) 2016 raporuna göre ise ülkemizde 28 bin hane milyonerler listesinde yer alıyor.

***

Geçenlerde Özcan Kadıoğlu twitter hesabından Credit Suisse verilerini paylaştı. Türkiye’de en zengin yüzde 1’lik kesimin ülke servetinden aldığı pay bilgileri var. En zengin yüzde 1’lik kesimin payı 2003 yılında yüzde 40,0 iken, 2014 yılında yüzde 54,3’e çıkmış. Dikkat ederseniz burada servet artışı değil, servetin birikme oranları veriliyor. Zaten benzer gelişmeler tüm dünyada da yaşanıyor: Zenginler, fakirlere oranla çok daha fazla zenginleşiyor.

Oxfam’ın araştırmasına göre Dünya’nın en zengin yüzde 1’inin serveti yüzde 99’un toplamına eşit geliyor. Hatırlarsanız 2011 yılında ABD’de “yüzde 1 için yüzde 99 hayır” söylemini de içeren “Wall Street’i işgal” eylemleri gerçekleşmişti.

21. Yüzyılda Kapital kitabı ile ekonomi dünyasını sarsan Thomas Piketty son 30 yılda gelir eşitsizliğini incelerken en alttaki yüzde 50’lik kesimin gelirlerinin hiç artmadığını söylüyor. Yani ekonomilerde görülen büyüme rakamları hep daha fazla zenginlere gitmiş...

Beni çok etkileyen bir diğer yazar ise Paul Krugman’dır. Krugman eserlerinde özellikle ülke büyümelerindeki rekorlara rağmen, ücretli kesimin alım gücünün düştüğünü belirtir. Ücretlerin reel olarak artmadığını, bilakis gerilediğini anlatır.

***

Konular hakkında Türkiye’de detaylı veri bulmak oldukça zor. Maalesef ne TÜİK ne de Kalkınma Bakanlığı sosyal içerikler hakkında yeterli veri açıklamıyor. Keşke veriye ulaşma konusunda biraz daha şeffaf olabilseydik.

Önce bir tespitle başlayalım: Ak Parti iktidarında asgari maaşların nerede ise hepsi reel olarak yüzde 50 civarında artış yaşamıştır. Nedir bunlar?

1-Asgari ücret

2-Asgari emekli maaşı

3-Asgari memur maaşı

Asgari maaşlar kazandığı gibi aslında çok üst düzey maaşlıların da çok kazandığını iddia edebiliriz. (Konu hakkında maalesef sendikalarında bir çalışmasını bulamadık)

Asgari maaşlar kazandı da, orta kesim maaşlar ne oldu?

TÜİK’in “Kazanç Yapısı” araştırmasından 2006-2014 karşılaştırması yapalım: Çalışmanın yapıldığı 8 yıllık dönemde ortalama enflasyon yüzde 118,1. Ortalama brüt ücretlerdeki artış oranı ise yüzde 95,3...

Büyüme oranlarına rağmen Türkiye’de özellikle orta kesim gelirlerinde reel azalma dikkat çekiyor. Buna karşılık asgari maaşlar ciddi artışta.

Çalışan kazanmış mı? Hayır...

Peki, hangi kesim çalışan ne duruma gelmiş? İlkokul ve altı kesimin ücretleri yüzde 92,2 artarken, üniversite mezunlarının maaşı yüzde 88,2’de kalmış. En düşük artış ise meslek liselilerde: %72,3.

İyi ama bu oranlar brüt ücretten hesaplanıyor. Oysa 2006 yılında çalışanlar için %15 vergi dilimi 6.000 Liraydı. 2014 yılında ise ilk vergi dilimi 11.000 Liraya yükselmiş. En alt vergi diliminde artış oranı %83,3.

Bunun anlamı şu: Maaşlar bırakın ülke büyümesini, nominal fiyat artışlarının da gerisinde kalıyor. Daha ağır durum ise, eğitim oranı arttıkça maaş artış oranı da geriliyor.

Olayın elbette bir de vergi ayağı var. Anılan 8 yıllık dönemde nominal enflasyon yüzde 118,1 olmasına karşılık vergi dilimlerindeki artış;

-İlk 15’lik kesimde %83,3

-İkinci 20’lik kesimde %92,9

-Ve üçüncü 25’lik kesimde %114,3 oranında yükseliyor.

Kısaca maaş aralıklarına bakıldığında özellikle en alt gelir grubunda artan gelirin vergi dilimi sayesinde bir miktar daha devlete gittiğini söyleyebiliriz. Ama eğer brüt maaşınız yıllık 60 bin lirayı aşıyorsa vergi dilimindeki artış sadece yüzde 38,6.

Eski hesap üzerinden ifade edecek olursak: 2006 yılında orta-üst maaş skalasındaki üniversite mezunları 43,1 ay en üst vergi dilimi için süreye sahipti. Şimdi bu zaman dilimi 36,6 aya indi. Anlayacağınız yıllık brüt maaşınız 60 bin lira üzerinde ise, okumanın oluşturacağı değer farkının büyük kısmı devlete gitmeye başladı.

Kısaca defalarca yazdığım gibi bize birileri “okumayın” diyor.

***

İşin bir de ev alma boyutu mu var. Kira mı ödüyorsunuz? 2010-2017 ye bakalım mı?

Enflasyon yüzde 78 artmış. Konut fiyatları ise yüzde 132,5. Acaba maaşınız enflasyona göre mi artıyor, yoksa konut fiyatlarına göre mi?

2003-2017 arasında genel fiyatlar ülkemizde yüzde 211,6 artıyor ama kiralar yüzde 311,2 artıyor.

Kısaca bir çalışan iseniz maaşınız enflasyon kadar bile artmıyor. Ayrıca okumuş iseniz, maaşınız daha da az artıyor ve daha yüksek vergi kesiliyor. Buna karşılık konut ve kira giderleriniz enflasyonun üzerinde artıyor.

Anlayacağınız devletimiz okumuşlardan özellikle daha yüksek vergi alarak sosyal adalet sağlıyor.

Rahmetli Turgut Özal bu toplumu orta kesimde buluşturmak içim “ORTADİREK” deyivermişti. Şimdilerde ise orta direk yıkılarak “TABANDİREK” de birleşme gerçekleşiyor.

***

Bu yazıyı buraya kadar yazdığımda henüz TÜİK “2016 Gelir ve Yaşam Koşulları” verilerini açıklamamıştı. Dün açıklanan bu veriden de bazı alıntılar yapalım...

2013 yılından 2016 yılına kadar geçen sürede “Hanehalkı fertlerinin eğitim durumlarına göre yıllık esas iş gelirleri” bölümüne bakıyoruz.

En düşük gelir okur-yazar olmayan kesimde. Bu kesimin son üç yılda geliri 7.017 Liradan 10.815 Liraya çıkıyor; artış oranı %54,1.

-Bir okul bitirmeyenlerin gelir artışı: %58,7

-Lise altı eğitimlilerin gelir
artışı: %44,4

-Lise ve dengi mezunların gelir artışı %42,4

-Yüksekokul (üniversite) mezunlarının gelir artışı %28,1

Görüleceği gibi eğitim seviyesi ile gelir artışı ters orantılı işliyor. Bunu hiç ama hiç yorumlamayalım ve size bırakalım...

Sadece benzer konular geldiğinde eski yazılarımda ülkemizde çok ciddi bir yozlaşma tehlikesi oluşabileceğini ifade etmiştim. Bu tehlikeye yeniden dikkat çekmek isterim...

Eğitim oranı-Gelir artış oranı ters işler ise bu durum orta-uzun vadede ciddi bir yozlaşma getirebilir. Okumanın değerini artırıcı en azından maliye politikası izlenebilir.

***

Şimdi konuyu güzel bir gelişme ile kapatalım: 2013-2016 arasında gelir artışında en yüksek seviye kadınlara ait. Okur-yazar olmayan kadınların esas iş gelirleri son üç yılda tam %66,4 artış göstermiş. Darısı üniversite mezunu kadınların maaşındaki %27,5 artışa diyelim....

YORUMLAR (19)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
19 Yorum