Göç ülkesinde aç kalmak!

Yaklaşık 3 yıl önceydi. Bir grubun içine düşmüştüm. “Ülkede durum nedir?” sorusuna da şu cevabı vermiştim.

“Kaçılan ülke oluyoruz.”

Henüz resmi rakamlara yansımamıştı ama kaçılan ülke olduğumuz belliydi.

***

Karadeniz’de Samsun ilinin ayrı bir özelliği vardır. Doğudan göç alır ama Batıya göç verirdi. Şehir bir türlü seviyesini yükseltemedi.

Samsun’u iyi incelemek gerekir.

Türkiye’de öyle. Doğudan göç alıyor ama Batıya göç veriyor.

2016 yılında aldığı göç 381 bin kişi iken verdiği göç 178 bin kişiydi. 2019 yılında ise aldığı göç 677 bin kişiye ulaşırken, verdiği göç ise 330 bine çıkmıştı.

Verilen göç özellikle önemli. Gidenlerde istikrarlı bir artış var. (2016-178 bin; 2017-254 bin; 2018-324 bin ve 2019-330 bin kişi)

Verdiğimiz göç eğer beyin göçü ise bu yıkımın telafisi çok ama çok zordur. İşte 3 yıl önce yaşadığım o olayda bu noktaya dikkat çekmiştim. “Giderlerse gitsinler, biz bize yeteriz; beğenmeyenler gitsin..” havasındaydı o kalabalık.

Venezuela’da da benzer durum yaşandı. Darbeye karşı direnen halk ve sürekli referandumla gücünü artıran tek lider: İki baskı arasında sıkışan orta sınıfın önemli kesimi ülkeyi terk etti.

“ABD’de tuvalet temizliyorlar” diye suçlandılar. Ama geride kalan ülkeleri açlık, sefalet içinde yaşıyordu. Millet açlıktan zayıflıyordu; para vardı ama değeri yoktu. Kısaca ülke bitmişti.

***

Doğudan göç alıp Batıya göç veriyoruz ama bir başka tehlike daha var. Ülkemizde nüfus dengesi de bozuldu.

Son 10 yılda ülke nüfusumuz 9 milyon 891 bin kişi arttı ama 0-14 yaş grubu nüfus sadece 190 bin kişi artabildi. Genç nüfus 190 bin kişi artarken 65+ yaş üstü yaşlı nüfusumuz tam 2 milyon 626 bin kişilik artış yaşadı.

Nitekim 2020 yılında 0-14 yaş grubu nüfus artmayı bırakın, -144 bin kişilik azalma bile yaşadı.

Bu çok ama çok vahim bir tablodur.

Batıya göç eskiden işçi sınıfı için bir durumdu. Oysa şimdi ki göç beyin göçü olarak, okuyan ve okumuşlar olarak sürmektedir.

Bu tablo ülkede toplam kalite ve seviye sorunu olarak karşımıza çıkacaktır. Hatta çıkmaktadır bile.

***

Nüfus artışında doğum oranlarına baktığımızda acı bir gerçek karşımıza çıkıyor: Güven, yani geleceğe olan güven.

Bu güven, kriz yıllarında yıkılıyor ama öyle GSYH hesabı gibi hemen toplamıyor. Mesela 2001 krizi ardından 2002 yılında doğum sayısı -93.786 düşüyor. Hatta 2003 yılında bir -30.628 daha düşüyor.

Doğum sayısındaki yeniden artış 2004’de başlıyor ama toplamda ilk seviye (2001) bir daha ancak 2014 yılında görülebiliyor.

Nitekim 2009 krizi ve sonrasında da 3 yıl doğum sayısı azalıyor. Yeniden artış ise ancak 2012 yılında başlıyor.

Ve şimdiki duruma bakalım:

2015 yılında başlayan doğum sayısındaki düşüş nerede ise her yıl artarak sürüyor. 2014 yılına göre 2019 yılındaki doğum sayısı 167 bin 436 düştü desek anlatmış olur muyuz? Ya da 2014’e göre 2019 yılında doğum sayısı yüzde 12,4 azaldı desek anlamış olur muyuz?

Muhtemeldir ki 2019 yılında önceki yıla (2018) göre 69 bin düşen doğum sayısındaki azalış 100 binlere ulaşmış olabilir.

Bir taraftan göç veriyoruz, diğer taraftan gelecek kaygısı arttıkça evlat sahibi olamıyoruz.

Yaşlı nüfusu karşılayacak bir nüfus artışı dinamiğini kaybettik. Ama nüfus artışı da öyle lafla “3 çocuk yapın” demekle olmuyor.

İnsanlar Ülkenin doğru yönetimi ve geleceğe güvenle bakışa sahip olduklarında çocuk sayısını artırıyor.

Ülkemiz ekonomik olarak çöktükçe demografik yapı da çöküyor.

Yarın Hazine garantilerini yıktığımız bu az sayıdaki gençler bize hesap sorduğunda ne diyeceğiz? Ya da bizim emekli maaşlarımızı ödemediklerinde...

“Aç kalırız yedirmeyiz” diyordunuz ya... Yarın gerçekten aç kalacağız haberiniz olsun. Bu gençler bize neden emekli maaş ödesin ki?

YORUMLAR (53)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
53 Yorum