M. Karamehmet olayı ve Bilgi Ekonomisi
Dün, rahmetli Turgut Özal’ın ölüm yıldönümüydü. Turgut Özal 17 Nisan 1993 günü vefat etmişti. 1993 yılı ülkemiz açısından darbelerden de beter bir dönüş yılı olmuştu. “93 Ölümleri” diye defalarca dile getirdiğim cinayet-kaza veya kaza görünümlü cinayetler Türkiye’nin talihini bir anda çevirmişti.
Adnan Kahveci’den Eşref Bitlis’e ve Turgut Özal’dan Uğur Mumcu’ya... Başbağlar’dan Sivas’a ve Albaylara varıncaya kadar bir kader değişimi ölümler zinciri yaşandı 93’de.
80’lerde Özal’la başlayan hızlı altyapı yatırımları ile eğitim kalitesi ve dışa açılma politikası, Türkiye’nin kaderini değiştirecek bir hamleydi. Artan eğitim ile ve artan gelir ile genç ama dinamik bir ülkenin altyapısı nerede ise tamamlanmıştı. Oysa 91’de Süleyman Demirel’in Erdal İnönü ile iktidara gelişi ve genç dinamik ülkeyi hantal çalışmayan bir ülke konumuna getirişini seyrettik.
Ve ardından 2001 krizi ile bütün gizli batıklar açığa çıkarak çöküşün eşiğine gelmiş bir Türkiye ile yüzleştik.
Son haftalarda peş peşe yazdığım konuların devamına gelelim şimdi. 2001 krizi ile IMF ve Bülent Ecevit’in davet ettiği Kemal Derviş bir ekonomi programı yazdı. Adına “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” denildi. Ve yine geçen yazılarımda ifade ettiğim gibi aslında bu program “Yabancının Eline Geçiş Programı” olarak işledi.
***
Bir kaç haftalık yazılarımda işlediğim konulardan ufak örnekler vererek devam edelim. IMF-Derviş Programı ile Türkiye ekonomide “üretim” odağından “tüketim” odağına geçti. Ekonomiyi daha çok tüketerek büyütmeye çalışan bir model uygulandı. Daha çok tüketim ise daha çok borç oldu.
2003 yılında GSYH’nın yüzde 14,6’sı olan kredi piyasasının (faiz piyasası) büyüklüğü, 2015 yılında GSYH’nın yüzde 76,0’sına ulaştı. 2002 yılında GSYH’nın yüzde 18,7’si olan özel sektör dış borçları ise 2015 yılına geldiğimizde GSYH’nın yüzde 39,4’üne ulaştı. Kısaca özel sektör fazladan 150 milyar dolar dış borç artışına gitmek durumunda kaldı.
Kamunun TL cinsinden olan iç borçları azalırken, bu sefer özel sektörün döviz cinsinden dış borçlarına yerini bıraktı. Tabiri caiz ise Türk’ün Türk’e borcu gitti yerine Türk’ün yabancıya borcu geldi.
Şimdi asıl konuya gelelim. Hatırlayacağınız meşhur bir hikayemiz vardır. Turkcell’in kuruluş hikayesini hiç unutmamamız gerekir. Murat Vargı Turkcell fikrini büyük işadamlarına açıklar ama kabul görmez. Rahmetli Sakıp Sabancı “Hayatımdaki en büyük pişmanlıklardan birisi Turkcell’i kabul etmemek olmuştur” der; ama sonradan.
Evet, kimse Murat Vargı’nın fikrini kabul etmez. Ama Mehmet Emin Karamehmet kabul eder. Ve Turkcell faaliyete geçer. Ardından ise Uzan Grubu ile Telsim faaliyete geçerler. Ve iki şirkette şu an ülkemizin en değerli firmaları arasında yer alır. Ama her iki fikir girişimcisi de artık ülkemizde büyük iş adamı değildir. Çünkü ülkemiz henüz 1960 Sanayi Kongresi’nde rahmetli Erbakan ile Bernar Nahum’un tartışmasını yeterince analiz etmemiştir.
Bir başka noktaya daha değinmemiz gerekir ki aslında ülkemizde henüz Nuri Demirağ, Şakir Zümre, Vecihi Hürkuş veya Şükrü Er’de yeterince irdelenmemiştir.
Mehmet Emin Karamehmet bu ülkenin fikri açık en büyük işadamı olmasına karşılık yukarıda yazdığım milli girişimcilerin başına gelenleri yaşamak zorunda kalmıştır. Ne zaman? 2001 IMF-Derviş Programı ile....
Ve biliyorsunuz ki hala IMF-Derviş Programı uygulanmakta ve kadroların (özellikle finansal) çoğu bu programa göre şekillenmişti....!!!
***
Evet, 2002’den bu yana ülkemizde kredi ve borçlar büyüdü ama ekonomik büyüme mucizesi bir türlü gerçekleşmedi. Genç-dinamik Türkiye hiçbir şey yapılmasa dahi yıllık yüzde 5,0-6,0 büyüme potansiyeline sahiptir. Ama bizler yüzde 3,0-4,0’lere öyle sevinir olduk ki.
Bir türlü kabuk değiştiremiyoruz. Verilen tüketim kredileri ve işletmek kredileri sanayinin çarklarını bile yeterince döndüremiyor. Kapasite Kullanım Oranı hala yüzde 75,0 seviyelerinde çakılı kaldı. İşsizlik ise yüzde 10,0 civarlarında seyrediyor.
Son 5 yılda 6 milyon istihdam yarattık diyoruz ama ekonomik büyüme olmadan. Garson istihdamı ile övünmek zorunda kaldık. Her taraf cafe,kahvehane doldu.
Oysa dünya üretim sürecini bile çoktan geçti. Mesela, Steve Jobs Apple fikrini nasıl hayata geçirdi. Bugün Apple ürünleri fabrika olarak daha çok Çin’de üretiliyor ama sermaye bilginin merkezi ABD’ye akıyor. Yani bugün sanayi 4,0 diye yaşanılan tartışmalar, inovasyon oturumları dahi bizim henüz “bilgi ekonomisi” gerçeğini kavrayamadığımızı gösteriyor.
Daha çok hıyar ve limon satmanın peşinde koşmayı ne zaman bırakacağız, bilmiyorum. (Devam edeceğim)