Maliyeti halka yüklemek

Mayıs 2014

Petrol fiyatları 110 dolar seviyesinde dolar/TL kuru ise 2,10 lira düzeyinde.

Çok kaba hesapla petrolün varil fiyatı 231 Lira ediyor.

Eylül 2016

petrol fiyatları 48 dolar düzeyinde

dolar/TL kuru ise 3,10 lira düzeyinde.

Çok kaba hesapla petrolün varil fiyatı 148,8 Lira ediyor.

Kur artışına rağmen petrol fiyatlarında TL bazında da yüzde 35 oranında bir düşüş yaşanmış.

***

Gelelim EPDK verilerinden akaryakıt fiyatlandırma raporlarına.

Mayıs 2014: Benzin

Ürün fiyatı 1,59 TL

Toplam vergi: 2,94 TL

Aracıların payı: 0,44 TL

Satış fiyatı: 4,97 TL

Eylül 2016: Benzin

Ürün fiyatı 1,08 TL

Toplam vergi: 3,04 TL

Aracıların payı: 0,52 TL

Satış fiyatı: 4,64 TL

Petrolün varil fiyatı 110 dolardan 50 doların altına düşüyor. Kur artışına rağmen TL bazında da yüzde 35 düşüş var.

Vatandaş aracının yakıtını doldurmaya gittiği zaman sanıyor ki benzin fiyatı petrol ve kura bağlı değişiyor. Oysa petrol ve kur fiyatına bağlı olarak değişen sadece “ürün fiyatı” oluyor. Mesela ürün fiyatının 3 katı olan vergiler hiç düşmüyor. Akaryakıt satan aracının da payı hiç düşmüyor. Ve bu sonuçla TL bazında bile yüzde 35 düşen petrol fiyatlarının pompaya yansıması sadece %6,4 oluyor.

***

Bu konuya neden değindim?

Türkiye’de maalesef devlet öyle bir model kurmuş ki; fiyatlar düşse de parasını alıyor, çıksa da alıyor. Hatırlarsanız “Genel Devlet Dengesi” başlığından haftabaşı bazı veriler paylaştım. Devlet, 2002 yılında GSYH’nın yüzde 31,0’ini kendi kasasına koyarken, şimdi yüzde 41,0’ini bizden alıyor. devlet aradan geçen 14 yılda acayip şişmiş.

Yıllardır yazar dururum: Ankara çok şişmanladı, tek hayal KPSS ile kapağı devlete atmak oldu. Kamu maaş artışları ila özel sektör maaş artışlarında makas özel sektör aleyhine bozuldu. Gençliğin hayali okumak ve daha çok çalışıp, daha çok para kazanma olmaktan çıktı. Okumanın değeri azaldı, kamuya kapağı atmanın değeri paha biçilmez noktaya geldi.

İşin bir de emeklilik boyutu var ki; FELAKET. Yaş ortalaması 30 civarında olan bu ülkede 26 milyon çalışana karşı 12 milyon emekli bulunuyor. Hatta 26 milyon çalışanın da ancak 19 milyonu kayıtlı ve prim ödüyor. Böyle bir tabloda da “asgari emekli maaşı” kavramı ile bütün dengeler bozulmuş durumda.

-Ankara, çalışandan alıyor-çalışmayana veriyor.

-Ankara, üretimden alıyor-tüketime veriyor.

-Ankara, sürekli alıyor-hep alıyor.

-Ankara, ucuza aldığını da pahalıya satıyor.

Bu modelde Merkez Bankası’nın yapabileceği maalesef bir şey yok. Ankara fedakarlık yapmıyor, Ankara, yükü Merkezin sırtına atarak sorumluluktan da kaçıyor. İşte bu nedenle diyorum ki “Merkez faiz artırmadı, faiz artırmak zorunda kaldı”.

***

Maalesef yine acı şurubu içtik. Yine faiz artırımı ve ekonomide yatay belirsizlik hali sürecek. Yine yerimizde sayacağız... hatta belki de geri gideceğiz.

2008’den bu yana ekonomide üste koyduğumuz bir tuğla yok. Yaptığımız yolları da 90-100 liraya kullanıyoruz. YİD adı altında topluma yeni bir vergi saldık... Adına da “Türk Buluşu” diyoruz.

Yeniden ve yeniden belirtmek zorundayım. Ankara temel sorunlara bir türlü eğilmiyor. Aylardır değindiğim doğalgaz fiyatları bunun kısa vadede ilk başında geliyor. Ucuzluk kampanyası ile toplumun rahatlatılması gerekiyor. Bir nefese ihtiyaç var.

Ama korkarım ki uzun yıllar iktidarda olmanın toplumdan kopukluk gibi bir yan etkisi olabiliyor. Geçim derdi-gelen zamlar Ankara’da yaşayanlar için çok şey ifade etmeyebilir. Oysa hayat o kadar ucuz değil. Birileri için 1 liranın da bir hesabı var.

Siz köprü geçişinde 90 lirayı az görebilirsiniz ama unutmayın ki 1 gidiş-1 dönüş asgari ücretin yüzde 15’i ediyor.

Umarım fiyat hesaplarını kıyaslarken yerli veriler kullanılır.

Umarım Ankara her şeyi dolara bağlamaz.

YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum