Ne dolar; ne faiz? Para yok para

Çok zor bir coğrafyada yaşıyoruz. Her gün çoğu hiç hesapta olmayan bir başka risk karşımıza çıkıyor. Tabii ki her risk artışı da ek maliyet olarak bilançolara ve harcamalara yansıyor. Örneğin, Rusya Büyükelçisinin ülkemizde bir cinayete kurban gitmesinin faturasını hepimiz ödeyeceğiz. Eninde sonunda bu fatura en küçük birime kadar yansıyacak. Nasıl ki, 2001’de ABD’de ikiz kulelerin vurulma maliyetini ödediğimiz gibi.

Risk artışlarından neden bahsettim?

Aslında her risk artışı-faizde bir oran demektir. Ne kadar risk; o kadar faiz oranı... Faiz oranını da tabii ki enflasyon oranı ile beraber değerlendiriyoruz. Mesela yüzde 80 enflasyonun olduğu bir ortamda yüzde 10 faiz istemek herhalde akla mantığa sığacak bir durum olmasa gerek.

***

Şimdi yeniden olayımıza dönelim. Ne zaman ne kadar faiz verdik?

Yıl 2005: Enflasyon %8,49; mevduat faizi %17,90 ve büyüme %8,4 (eski seri büyüme)

Yıl 2006: Enflasyon %8,63; mevduat faizi %16,73 ve büyüme %6,9

Yıl 2008: Enflasyon %9,18; mevduat faizi %17,77 ve büyüme %0,7

Bu yıllara dikkat ederseniz, nerede ise enflasyonun iki katı oranında mevduat faizi verilmiş. Herhalde mevduat faizinin yüzde 17-18 seviyelerinde olduğu dönemde kredi faizlerinin de ne olduğunu tahmin edersiniz.

Yıl 2010: Enflasyon %7,48; mevduat faizi %8,80 ve büyüme %9,2

Yıl 2012: Enflasyon %8,69; mevduat faizi %9,54 ve büyüme %2,1

Yıl 2014: Enflasyon %8,25; mevduat faizi %9,64 ve büyüme %3,0

***

Aslında verileri 2005-2016 dönemi olarak listeledim. 2005-06-07-08 yıllarında enflasyon ile faiz farkı nerede ise iki kat. Hatırladığım kadarı ile de o yıllarda küresel riskler (2003-2007) yüksek değildi. Ve Türkiye’de çok hızlı bir büyüme süreci yaşıyordu. Açıkçası o yıllarda bu kadar yüksek reel faiz verilmesinin ne anlama geldiğini hala anlamış değilim.

Ben o yıllarda verilen yüksek reel faize “avanak faizi” diyordum.

Ama gelelim bugünlere. Özellikle 2010 ve sonrasına bakalım. Son 6 yılda enflasyon ile mevduat faizi arasındaki ortalama yıllık farkın sadece %1,23 olduğunu görüyoruz. Mesela, 2012 yılında enflasyon %8,69 ama faiz %9,54. Yani 2012 yılında enflasyon-faiz farkı sadece +%0,85 puandı.

Gelelim 2013 yılına: Enflasyon %7,67 iken, faiz %7,56 oranında; yani fark negatif %0,11 puan.

İşin bir başka ilginç yanı ise reel faiz ile büyüme oranı arasında pozitif bir orantının ortaya çıkmamış olmasıdır.

Burada değinmek istediğim nokta elbette yüksek faizin, yüksek büyüme getirmesi değildir.

Aslında büyüme-kalkınma için faizin ana belirleyici nokta olmadığını görmemiz gerekiyor. Faiz, işin daha alt noktalarını ifade ediyor.

Aynı görüşü dolar için de kullanabiliriz. Bugün ekonomide herkesin gözü doların üzerine odaklanmış durumda. Oysa, büyüme-kalkınma hamlesi için doların değeri de ikincil kaldıraç olarak görülür.

Peki sorun nerede? Asıl sorun ne?

***

Israrla üzerinde durmaya çalıştığım nokta işte tam burası.

Öncelikle ekonomide beklentiler çok önemlidir. Beklentileri iyi yönetmek gerekiyor. Farklı beklenti ortamlarında aynı ekonomiler farklı büyüme oranlarına ulaşırlar. Beklentilerin olumsuzlaştığı ortamlarda paranın dolaşım hızı da gerileyeceğinden, hiç olmadık yerde nakit sıkışıklığı başlar. Tıpkı bugünlerde yaşadığımız gibi.

Türkiye’de şu anda doların değeri, faizin seviyesinden daha ziyade likidite sorunu oluşmuştur. Biz buna halk diliyle parasızlık diyoruz. Yani piyasada para yok...

Parasızlık ise tüm alış-verişi etkileyerek zincirleme vadeler oluşturmaktadır. Peşin yapılan işler vadeye dönerken, 1-2 aylık vadeler 4-5 aya uzamaktadır. Tabii ki vadeli işin de risklerle beraber getireceği ek yükler tüm topluma yansımaya başlamıştır.

Doların yükselişi, vadenin uzayışı ile beraber ortaya çıkan maliyet potansiyelinin 2017’de enflasyonu nereye taşıyacağını henüz bilmiyoruz. Ama şunu peşin söyleyelim ki, eğer canlı bir iç talep hedefleniyorsa 2017 için enflasyonun çift hane sınırına yükselmesi hiç zor olmayacaktır.

Sorunu bugün çözmek isek yarın ortaya çıkacak maliyetin çok daha büyük olacağını artık kimse gizlemiyor. O nedenle bugün “bak bir şey olmuyormuş” söylemlerinin birikimli maliyetini siyasetin de ödemek zorunda olacağını öngörmek için kahin olmaya da hiç gerek yok. 1 gram akıl yeter.

YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum