Ortada bir verimsizlik tablosu duruyor
Bütçe fazla verse, cari işlemler fazla verse, dolar düşse, faiz inse ekonomimiz düzelecek mi?
2016-2017 ve hatta 2018 yılının ilk yarısında yaşadığımız büyümeler sorun azaltıcı ve değer yaratıcı büyümeler miydi?
Hatta daha da geriye gidelim. Özellikle 2010 sonrası yaşadığımız büyüme rekorları gerçekten kalıcı bir değer mi yarattı?
Maalesef bazı gerçekleri göremiyoruz. Maalesef gözümüz kulağımız kısa vadeli rakamların oynamasında.
Bugün karşımızda devasa ve bir o kadar da verimsiz devlet yapısı var. O kadar verimsiz ki, sürekli daha çok para topluyor ama sürekli israf ekonomisinin merkezinde oturuyor.
Devlet para topluyor da, zenginden mi topluyor? Devlet vergide adalet mi sağlıyor? Devlet rant kesimine vergi mi getirdi?
Maliye politikası denen bilim dalı şunu öğütler: Devlet öncelikle kamusal malların karşılığı olarak vergi toplar. Nedir kamusal mallar? Yargı, güvenlik-askeriye, emniyet-polis...
Devlet aynı zamanda yarı kamusal malların üretiminde de dengeleyici faaliyet gösterir. Eğitim, yol gibi alanlar...
Maliye politikası verimsiz sermayenin verimini de artırmayı hedefler. Mesela ranta giden, değer oluşturmayan kesimlerden daha çok vergi alınır. Verimsiz sermaye devlet eliyle verimli alanlara yatırılır ve toplam verimlilik artırılır.
Bizde öyle mi?
Nerede verimli bir iş varsa en büyük ortak devlet olur. Nerede rant işi varsa, devletten muafiyet alır.
Devlet ise topladığı paraları ne kadar verimsiz iş varsa, adeta hepsine yatırıyor. Bugün sosyal devlet kapsamı sayesinde toplumun çalışma dinamiklerini bozduk. Sosyal devlet ile havadan gelen az gelirle ama çalışmadan yaşamayı öğrendik.
Bugün devlet verimli alanlardan topladığı sermaye ile şirketleri kredi-borç açmazına sürükledi. Verimsiz işleri destekleyerek ise, nerede bir köşe dönmece var ise sistemin gözbebeği haline geldi.
Şimdi dönüp kendimize yeniden soralım?
Sahi dışarıdan oluk oluk para aksa, faizler düşse, dolar çakılsa ekonomimiz düzlüğe mi çıkmış olur?
Bugün ülkemizde çalışan da yeterince kazanamıyor, emekli de. Sistem az gelirle siyasetin ağzına bakan bir toplum oluşturdu. Emeğinin karşılığını, alın terinin hakkını alarak kimseye muhtaç olmadan yaşayacak bir toplum yok karşımızda.
Hakkıyla çalışıp, hakkını arayan kendine güvenen bir toplum da yok karşımızda. Her işini siyasete havale etmiş, siyasetin dağıtacağı ulufeye göz dikmiş bir toplum var karşımızda.
Bir okul mu okudun... Hemen gözü KPSS sınavına diken bir gençlik var karşımızda.
Daha iyi bir okul mu bitirdin... Hemen yurtdışı iş imkanlarını araştıran bir aydın nesil geliyor karşımıza.
Kısaca toplamda kazanmış gibi göründüğümüzde de kaybeden bir toplum var karşımızda. Aslında yabancı sermayeye alıştırılmış, mahkum edilmiş bir ekonomik yapı duruyor önümüzde.
Kredisiz bir işi çözemiyoruz.
Vaatlerimiz hala kredi-faiz ekseninde dolaşıyor. Oysa hani faiz haramdı... Yeşili katledenler de ülkeye kötülük yapıyordu.
Ama yok.
Söz başka - icraat başka.
Bakın Halk Bankası esnafa kredi verecek
Ziraat Bankası futbol kulüplerinin borçlarını yapılandıracak.
Yine Ziraat Bankası kredi kartlarını halledecek.
Bankalar birleşip yeni bir kredi paketi açıklanacak.
Yani işimiz faiz-gücümüz faiz.
Aslında bilmiyoruz faizden başka ekonomi. Anlayalım artık bu gerçeği. Gelen de aynı- giden de aynı. Faiz-kredi eksenine bu ülke ekonomisi hiç bu kadar çekilmemişti.
Verimsiz devlet görmüştük ama bu kadar çok para toplayan ve bu kadar ulufe dağıtanı da görmemiştik.
Şimdi dönüp kendimize bir daha soralım?
Diyelim ki, acayip petrol bulduk. Havadan ya da topraktan acayip para kazanmaya başladık. Acaba biz kalkınma ekonomisinin kenarına yaklaşabilir miyiz?
Sahi “ekonomik kalkınma nedir?” bilen-hatırlayan var mı?