Yeniden güzel günler
Takip edenler sanırım uzun süredir olumsuz görüşlerimin ve eleştirilerimin farkındadır. Galiba adım kötümser olarak çoktan çıktı bile.
Ama yeniden izah etmem gerekirse benim hareket noktam şu: Türkiye eğitimli ve genç bir fırsat ülkesi. Özellikle rahmetli Özal ile temeli atılan büyük kalkınma ve eğitim hamlesi ile demografik fırsat eşiği aralamış olduk.
80’leri hatırlayın. Şehirleşme oranı (köyden indim şehre) binde 7’leri aşıyordu. Eğitim oranı oldukça düşüktü. Altyapı sorunları dağ gibi birikmişti. Nüfus artış hızı ise bugünün üç katı oranına yakındı.
O yıllarda kamu az vergi topluyor ve toplanan vergiler yol-su-elektrik olarak yüzde 25-30 yatırım oranı ile geri dönüyordu.
***
Hatırlayın 80’leri.
Ülkenin 100 liralık gelirinin sadece 13-14 lirası vergi olarak alınıyordu. Şimdilerde öyle mi? 100 liralık ülke gelirinin 24 lirası vergi olarak kamuya gidiyor.
80’lerde 100 liralık verginin 25 lirası kamu hizmeti olarak yatırım yapılırken şimdilerde bu para 10 liranın bile altında.
Kısaca 80’ler Türkiye’nin dönüşüm tarihidir.
Eğitim ve altyapı yatırımları ile açılan demografik fırsat eşiğinin göbeğindeyiz.
Nüfusun yaş ortalaması genç.
Eğitim oranı yüksek.
15- altı çocuk oranı ile 65+ üstü yaşlı nüfus oranı en aşağı seviyede.
Çalışabilir yaş aralığındaki nüfus yüzde 69,7’ye ulaştı.
Böyle genç, dinamik ve bilgili bir toplum tarihte büyük sıçrayışlar gerçekleştiriyor. Böyle ülkeler 15-20 yıl yüzde 10-15 büyüme oranları yakalayabiliyor.
***
İşte benim sorunum tam burası.
Türkiye 80’lerde Rahmetli Özal ile fırsat eşiğini açtı ama 93 ölümleri bu kapıyı hemen kapatmaya yöneldi. Merhum Süleyman Demirel’in erken emeklilik vaadi ile Türkiye ekonomisi tarihi çöküşe itildi. 7 çalışan 1 emekliye bakarken, bugün oran 1,8 çalışana düştü bile.
Erken emeklilik sistemi ile Türkiye yaşlı ülkeler sınıfına fakir ülke olarak girdi. Bütçeden her yıl 25-30 milyar dolar SGK’ya aktardık. İstihdam üzerine öyle vergiler yüklendi ki, adam çalıştırmak suç kapsamına alınmış gibi oldu.
Velhasıl 80’lerdeki rahmetli Özal ile yakalan fırsat yeniden 2002’de ele geçti. Siyasi istikrar ile Türkiye mucizesi başladı. İhracat 30-35 milyar dolardan hızla 130 milyar dolara yükseldi. Büyüme oranları yıllık yüzde 5,0-6,0 aralığına geldi.
***
Ama 2012’de yeniden frene basıldı. Çünkü 2001’de yazılan IMF-Derviş ekonomi modelinin miadı dolmuş ve üretimden ziyade tüketim çılgınlığı başlamıştı.
Üretmekten ziyade tüketmeyi amaçlayan ve sadece devletin kasası ile bankaların kesesini dolduran bir programdı.
Genç, dinamik ve fırsat eşiğinde olan Türkiye 2006-2007’de yeniden üretime yönelik bir ekonomi programı yazarak kalkınma ekonomisine geçmeliydi. Olmadı!
İşte bu noktada eleştirilerim başladı. Bu büyük siyasi istikrar ve siyasi değişim neden ekonomiye yansıtılmıyor? Savunma sanayinde bile başlayan yerlilik ve milli üretim özel sektörde bir türlü başarılamıyordu.
Güçlü siyasi iktidar dönemi ekonomik dönüşüme bir türlü odaklanamıyor ve fırsatlar kayıp gidiyordu.
Türkiye’nin fazla zamanı yok. Çok yakında, belki 20-30 yıl içinde yaşlı bir ülke olacağız. Hatta bu gidişle zengin değil, fakir olarak yaşlanacağız.
Zamanımız azaldı.
Yıllık kesintisiz çift hane büyüme oranlarını yakalamamız gerekiyor. Hem de tüketimle ve cari açık vererek değil; üretimle cari fazla vererek.
Türkiye’nin tezleri yeniden kabul görmeye başladı. Muhtemelen Avrupa “kavimler göçü” sorununun ciddiyetini anladı. 3 milyon göçmeni kabul eden Türkiye aslında insanlığı ile kazandı.
Şimdi yeni fırsatlar aralanıyor.