Amerikan Yalçın Küçük’ü Osmanlı tarihi yazarsa

CUMARTESİ YAZILARI

1916’da yayımladığı “The Foundation of the Ottoman Empire” (Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu) adlı kitabıyla yüz yıl devam edecek ama yine sonuçlanmayacak bir büyük tartışmanın fitilini ateşlemiş olan Amerikalı yazar Herbert Adams Gibbons’ın “kimliği” üzerinde durmuştuk geçen hafta; yerimiz yetmediği için eserinin içeriğini konuşmaya geçememiştik…

***

Tarihteki “Osmanlı mucizesi”nin sırrını çözmek üzere ortaya atılan ilk teorisyen olan Gibbons’a göre Osmanlı Beyliği, kendileri de yeni Müslüman olmuş Ortaasya kökenli küçük bir topluluğun talan/yağma gayesiyle geldikleri Kuzeybatı Anadolu’da karşılarına çıkan Hıristiyanları zorla Müslümanlaştırması neticesinde oluşan yeni bir ırkın eseridir. Bu anlamda da Bizans devletinin yeni bir isim altında devamından başka bir şey değildir.

Böyle bir devletin göçebe Türkmenler tarafından kurulmuş olmasının mümkün olmadığını, olsa olsa bu Asyalı savaşçı grupların bölgedeki “medeni” Hıristiyanlarla karışmasından meydana gelen yeni bir “ırk”ın bu işi yapmış olabileceğini iddia eden Gibbons, bu görüşlerini ispatlayabilmek için tarihi verileri de epeyce serbest biçimde yorumlamaktan geri durmamıştır.

Bugün olsa rahatlıkla –ve haklı olarak- “Türk düşmanı”, “ırkçı” veya “islamofobik” olarak nitelenebilecek bu tezler Gibbons’ın kitabı yayınlandığı sıralarda epeyce ciddiye alınmış ve hararetle tartışılmıştı.

***

Benzetmek gibi olmasın, bizim Yalçın Küçük’ü andıran bir düşünme ve araştırma tarzı var Gibbons’ın. Bilgileri ve belgeleri yan yana getirip onlardan bir sonuç çıkarmaya uğraşmak yerine -bilinenden farklı bir sonuç çıkarmak uğruna- kendi ortaya atmış olduğu “orijinal” teoriye uygun kanıtlar aramayı tercih ediyor. Ama tarih araştırmaları alanında tümdengelimci yöntem genellikle işe yarar sonuçlar üretilmesine yardımcı olmuyor. Komplo teorisi üretilebiliyor daha çok!

Ancak Amerikalı misyonerin tarihteki hadiseleri izah etmekte gazeteciliğin bakış açısını kullanması -vargıları tartışılır olsa da- bana sorarsanız olumlu bir nokta. Mesela kitapta Cengiz Han ordularının önünden kaçıp akın akın Anadolu’ya sığınan toplulukların bir benzerine 1912’de -gazeteci olarak İstanbul’da görev yaparken- Bulgarların Trakya’yı işgali sırasında Bulgar ordusunun önünden kaçan kitlelerde şahit olduğunu söylüyor.

(Gibbons, The Foundation of the Ottoman Empire; A History of the Osmanlis Up to the Death of Bayezid I (1300-1403), New York, The Century Co. 1916)

***

Tekrar sadede gelecek olursak… Gibbons bütün dünyada kendilerinden “Türkler” diye söz edilen Osmanlıların aslında modern dönemlere kadar kendilerine Türk demediklerini, çünkü bu devleti kuranların melez bir ırka mensup oldukları için kendilerini Türk olarak görmediklerini ve Anadolu’daki diğer Türkmen beyliklerine de akraba gözüyle bakmadıklarını iddia eder. Bu iddialarının bir kısmını açıkça, bir kısmını ise belli belirsiz ifadeler kullanarak ima yoluyla dile getirir.

17-09/08/sablon-kopya-1504892131.jpg

Osmanlıların kökeni meselesinin Batı dünyasında ırk merkezli yaklaşımların en fazla rağbet gördüğü bir dönemde gündeme gelmiş olması tesadüf değildi kuşkusuz. Bugün ise Batıdaki Osmanlı çalışmalarında Gibbons’ın ırk odaklı açıklama modeline -hem ahlaki gerekçeler itibarıyla hem de bilimsel açıdan kabulü zor olduğu için- rağbet gösterilmiyor ama ABD’li gazeteci-tarihçinin “kuruluş ideolojisi” bağlamındaki iddiaları hâlâ revaçta.

Söğüt’e yerleştikleri sırada henüz putperest olan ve muhtemelen Edebali ile tanıştıktan sonra Müslüman olan Osman ve arkadaşları tarafından kurulan devletin kuruluş ideolojisi “cihad” inancı ve düşüncesidir Gibbons’a göre. Osman ve arkadaşlarının İslam’ı yaymak konusunda yeni din değiştiren grupların hepsinde rastlanabilecek şekilde aşırı bir gayret gösterdiklerini ve yeni dinlerinin Osmanlılara bir varlık sebebi (raison d’etre) verdiğini söyler.

***

Osmanlıların Bitinya bölgesinde faaliyete geçtikleri ilk yıllarda cihad inancının gereği olarak önlerine geleni Müslümanlaştırdığını ve bilahare devletin omurgasını bu zorla Müslümanlaştırılan veya maddi menfaat uğruna kendi arzularıyla ihtida eden kişilerin teşkil ettiğini iddia eden yazar, kuruluşun hemen akabinde başlayan Rumeli fütuhatı sırasında neden zorla Müslümanlaştırma yapılmadığını ise açıklığa kavuşturamamaktadır. Zira altı asır sonraki bölgesel demografi bile böyle bir iddiayı ciddiye almaya izin vermemektedir. Ama aslında hem klasik kaynaklar hem de çağdaş araştırmalar Osmanlı Beyliğinin kuruluşunun gerçekleştiği Bitinya bölgesindeki ihtida hareketlerinin de yaygın olmadığını, bu bölgede uzun bir süre daha Hıristiyan nüfusun yoğun olarak varlığını sürdürdüğünü ortaya koyuyor. Yani Gibbons’ın tezleri aslında maddi dayanaktan da yoksun. Dolayısıyla bugün Osmanlı çalışmaları alanında pek itibarı olduğu söylenemez.

Ancak Gibbons’ın gündeme getirdiği “ilk Osmanlıların dinlerini yayma gayretleri” konusuna yönelik yaklaşımlar –tahmin edilebilir sebepler yüzünden- popülerliğini hiç kaybetmedi.

Diğer yanda ise bu konuda Gibbons’ın tezlerine daha o dönemde kuvvetli itirazlar yöneltmiş olan ciddi tarihçilerin -özellikle Wittek ile Köprülü’nün- eserleri bugüne kadar etkisini sürdürmüş ve çağdaş Osmanlı tarihçilerinin bakış açılarını büyük ölçüde şekillendirmiş bulunuyor.

Gelecek hafta Wittek’in “gaza tezi” üzerinden “Osmanlı kuruluş ideolojisi cihad mı” sorusuna cevap aramayı sürdürelim…

YORUMLAR (42)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
42 Yorum