Anayasanın daha neyini değiştireceksiniz
Türkiye bugün ehliyetin ve liyakatin bir yana bırakıldığı, partizanlığın tek geçer akçe olduğu, toplumun tehlikeli şekilde kutuplaştırıldığı, milli çıkarların siyasi çıkarlara feda edildiği bir yönetim zihniyetiyle idare ediliyor. Bunun sonucu olarak da ekonomide, dış politikada, tarımda, eğitimde, sağlıkta... yani her alanda “dibi görmüş” durumdayız.
Demek ki ülkenin ana sorunu yanlış yönetim ve bunu üreten siyaset anlayışı. Bu değişmeden ne değişirse değişsin bir şey fark etmeyecek. Millet de bunun farkında. Son aylarda anket sonuçlarındaki hareketliliğin hiç durmaması da sürekli artan bu farkındalık halinin işareti.
Ama siyasi iktidar ısrarla vatandaşın başını kuma gömmesini talep ediyor. Girmiş olduğu yanlış yoldan geri dönüşü gözüne kestiremediği için doğru yolu aramaktan vazgeçmiş olan bu iktidar bizim de gerçeklere sırtımızı çevirmemizi istiyor. İlaç diye boyalı şeker uzatıyor. Biraz da bununla oyalanacağımızı umuyor.
Yeni boyalı şekerimiz yeni bir ürün de değil üstelik: Yıllardır siyasetçilerimizin sakız gibi çiğnemekten yorulmadıkları yeni anayasa lafı. Erdoğan ve ortağı Bahçeli ülkedeki sorunların çözümü olarak bunu tekrar gündeme getirdiler.
Oysa son 30 yıl boyunca parça parça her şeyi değiştirilmiş olan bir anayasamız zaten var. Bu değişikliklerin en büyük bölümünü de AK Parti iktidarları gerçekleştirdi. Üstelik en son yapılan anayasa değişikliğiyle bütün sorunların ortadan kalkacağı, bunun her derde deva olacağı vaat edilmişti. Gelgelelim şimdi bu anayasadan muhalefet değil iktidar şikayetçi. “Yeni anayasa lazım bize” diyorlar tekrardan. İnsanın güleceği geliyor…
Ama komik de olsa dışarıdan görüldüğü kadar anlamsız değil bu çıkış. Neden derseniz, “yeni anayasa” lafı mevcut iktidarın siyasi retoriğinin en önemli parçalarından biri olarak kalmak zorunda. Çünkü, daha önce de burada ifade etmiştim, anayasa konusunun tartışılması demek toplumdaki ideolojik fay hatlarının açığa çıkması demektir. Din ve laiklik tartışmasının tekrar patlaması demektir… Milli kimlik ve etnik kimlikler meselesinin süpürüldüğü halının altından çıkarılması demektir. Toplumun yaptığınız yanlışları tartışmasını engelleyecek, bu yanlışların temelindeki problemin yanlış yönetim zihniyeti olduğunun konuşulmasını zorlaştıracak “çözüm” bu.
Yeni anayasa tartışmasının bir kere daha açılmasının sebebi iktidarın yeni bir anayasaya ihtiyaç duyması değil. Anayasa tartışmaları başladığında keskinleşeceğini bildiği ideolojik kamplaşmanın, kutuplaşmanın ve kavgaların sağ/muhafazakâr tabanı konsolide etmesini kolaylaştıracağını, en azından Cumhur İttifakı’nın tabanını kenetleyeceğini düşünmesi. Daha doğrusu, bunu ümit etmesi…
Buna karşılık, iktidarın teklifi karşısında “Anayasanın daha neyini değiştireceksiniz” diyerek konuyu kapatması gereken bazı siyasetçilerin ve aydınların derhal “Nasıl bir anayasa” konulu tartışmaya dalmaları izaha muhtaç bir tutum. Galiba bunun arkasında aydın zümrenin genlerine işlenmiş bulunan “anayasa fetişizmi” yer alıyor.
Dünyada yazılı anayasası olmayan ülkeler bile var. İki asırdır demokratik işleyişine ve hukuk devleti niteliklerine imrendiğimiz İngiltere gibi. Bizim aydınlarımızda ise yazılı bir metnin bütün sorunları çözeceği inancı var. Anayasa kavramına adeta semadan inzal olmuş kutsal kitaplar kategorisinde bir statü vermemizin tarihi arka planı bilinmeden bu tutkumuzun sebebi kolay anlaşılamaz. Bunun için devrin yenilikçi devlet ricaline “Anayasayı çıkartacağım, parlamentoyu açacağım” diye sözler vererek tahta oturmuş olan Sultan Hamid’in ipleri ele geçirir geçirmez anayasayı ve meclisi ortadan kaldırmış olmasının aydın zümrede yol açtığı travmayı bilmemiz lazım…
Yaklaşık otuz yıl boyunca süren keyfî bir yönetim altında devlet kurumlarının etkisizleştirilmesi, liyakat yerine itaat ilkesinin getirilmesi, vatanseverlik yerine saltanat sahibine sadakatin esas alınması, basın özgürlüğü başta olmak üzere kişisel hak ve özgürlüklerin askıya alınması, Avrupalı güçler karşısındaki utanç verici geriliğimizin ve zayıflığımızın giderek büyümesi… aydınlarımızı “anayasa ideali” etrafında buluşturdu.
Entelektüel genlerimizde bugüne kadar taşınan “anayasa fetişizmi”, işte o devirde anayasa sözünün meşruti idareyle, demokrasiyle, insan hakları ve özgürlüklerle özdeşleşmiş bir anlam taşımasının sonucu…
Ama buradaki temel mesele söz konusu hususların belirli bir yazılı metinde yer bulmasının ötesinde bir “anlayış” olarak toplum genelinde kabul görmesi olmalı. Bu olmayınca anayasanıza ne yazdığınızın fazla bir önemi de olmuyor maalesef.
Ona bakarsanız, mevcut anayasada basın özgürlüğü var... Yargının tarafsızlığı var… Hukukun üstünlüğü, yani kanun hakimiyeti, yani yasaların ve kuralların her durumda herkes için geçerli olması prensibi var… Hangisi uygulanıyor?
Demek ki ihtiyacımız “yeni bir anayasa” değil. Şimdilik mevcut anayasanın uygulanması ve anayasal kurumların kendi görevlerini yerine getirmelerine izin verilmesi yeterli. Yarın bugünkü ucube modelin terk edilip yeniden parlamenter sisteme dönüş için yapılması gereken anayasa değişikliği de bu konuyla sınırlı tutulmalı, toplumun fay hatlarını harekete geçirecek girişimlerden kaçınılmalı.
Anayasada başka eksikler de olabilir. Ama her şeyi anayasaya yazmak zorunda değiliz. Bunu yapmaya kalkışsak da maalesef buna hazır değiliz toplum olarak. Bu ülkedeki -70 yıldır hep var olan- politik ve ideolojik kutuplaşma son yıllarda öyle bir noktaya geldi ki ortak bir gelecek tasavvuru oluşturma rüyası bile göremez olduk.
Fanteziye gerek yok. İçinde bulunduğumuz sıkıntılı hali atlatmak zorundayız öncelikle.