Atatürk’e göre Cihan Harbine girmemizin sebebi

CUMARTESİ YAZILARI

"Birinci Dünya Savaşı’na girmek zorunda değildik, İttihatçıların maceracılığı yüzünden bu felaket başımıza geldi” iddiasını Mütareke devrinde Damat Ferit başta olmak üzere Hürriyet ve İtilaf takımı ileri sürmüştü ilk olarak. Ne var ki bu devirde bilhassa İngilizlerle iyi geçinmek durumunda olan -İtilafçı olsun olmasın- bütün İstanbul hükümetleri siyasi bir zorunluluk olarak “Cihan Harbine girmek İttihatçıların yanlış politikalarının sonucuydu. Ama biz İtilaf devletlerine karşı dostane ve uyumlu bir siyaset izleyeceğiz” diyorlardı.

Savaşın ardından İttihatçılık gayrimeşru bir siyasi kimlik haline geldiği için iş başındaki İstanbul hükûmetinin İttihatçılıkla ilişkisinin olmadığına, eski yönetimin politikalarının terk edildiğine, İngilizlerle işbirliğinin samimiyetle benimsendiğine karşı tarafı inandırması gerekiyordu.

İngilizlere güven vermeyen İzzet Paşa ve Tevfik Paşa kabinelerinin ardından göreve getirilen Damat Ferit’in zaten işgal güçlerini kendi dostluğuna inandırma ihtiyacı yoktu. Mamafih savaş galibi İngilizlerin “İttihatçı bir hareket” olarak gördüğü Millî Mücadele’ye gizli ve açık destek veren Ali Rıza Paşa kabinesi kurulduğunda bu zorunluluk tekrar ortaya çıktı.

Yeni kabine İngilizlere ve diğer galip devletlere İttihatçı politikaların kesinlikle terk edildiğine dair teminat verirken aynı zamanda Anadolu’daki hareketin de yabancı işgaline ve iç saldırılara karşı halkın doğal savunma refleksinden doğduğunu savunuyor, İttihatçılıkla ilgisinin olmadığını ileri sürüyordu.

***

Bu politikanın etkili ve faydalı olabileceğine en fazla inananlardan biri İkinci Ordu Komutanlığı sırasında Kuvayi Milliye hareketinin tesisinde ciddi emekleri bulunan Mersinli Cemal Paşa‘ydı. Daha sonra Ali Rıza Paşa kabinesinde deruhte ettiği Harbiye Nezareti görevinde de Millî Mücadele’nin en büyük destekçisi olan Mersinli Cemal, İngilizlerin ve İngiliz taraftarlarının içeride ve dışarıda Kuvayi Milliye aleyhindeki propagandalarıyla mücadele için İkinci Kolorduya 16 Ekim 1919 tarihli -metnini biraz kısaltıp sadeleştirdiğim- şu genelgeyi göndermişti:

“Milli hareketin Avrupa kamuoyunda uyandırdığı olumlu etkiyi ortadan kaldırmak amacıyla bazı bozguncular mütemadiyen çalışmakta ve bu hareketin İttihatçılıkla ilişkili olduğu, ordunun bütünüyle Alman taraftarı bulunduğu tarzında haberler yaymaktadırlar. Bu şayiaların az çok etkili olduğu, bilhassa milli hareketi olumlu karşılayan Fransız kamuoyunda tepkiler doğurduğu görülmektedir. Diğer taraftan Anadolu’da Hristiyan hayatının tehlikede bulunduğu gibi haberler uydurulmaktadır. Bu iftiraları yalanlamak ve söylentileri reddetmek için Kolordulara esaslı bir propaganda vazifesi düşmektedir. Bu propagandada izlenecek hususlar şunlardır:

1- Ordunun siyasetle ve Alman taraftarlığıyla hiçbir alâkası olmadığı, yalnız en önemli görevlerinden olan asayişin korunmasıyla meşgul olduğu,

2- Hristiyanların hayatlarının ve yasal haklarının her bakımdan güvende olduğu,

3- Kuvayi Milliye’nin yalnızca milletin sinesinden çıktığı, ordu ile bir alâkası olmadığı ve bunların İttihatçılıkla ilgilerinin bulunmadığı ve bilhassa memleketimizi bugünkü felâkete sürükleyen İttihatçı liderlerin artık bu memlekete bir daha dönmelerinin mümkün olmadığı şeklindeki bu propagandanın icrasında da aşağıdaki usuller takip olunabilir.

a) Sırası düştükçe tesadüf edilen her ecnebiye sözünü bilir kişiler tarafından telkinde bulunulması.

b) Belirli mevkilerdeki İtilaf devletleri temsilcileri ve subaylarıyla temas edilerek aynı surette açıklamaların yapılması.

c) Mümkün olursa gayrimüslimler imzasıyla İstanbul basınına veya yabancı ülkelere asayiş ve emniyetin koruma altında olduğuna dair telgraflar gönderilmesi.” (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Yıl 3, sayı 9, Eylül 1954, 217 numaralı vesika. Dijital kopya: https://www.msb.gov.tr/Content/Upload/Docs/askeritariharsiv/ATBD_9.pdf)

***

Cemal Paşa benzer içerikteki önerilerini bundan bir hafta önce -o sırada Heyeti Temsiliye Reisi sıfatını taşıyan- Mustafa Kemal Paşa ile de paylaşmıştı. Ankara’ya çektiği 9 Ekim 1919 tarihli telgrafta Heyeti Temsiliye’ye “Bu hareketin İttihatçılıkla ilişkisinin olmadığına ve Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşına girmesinin tasvip edilmediğine” dair açıklamalar yapılması tavsiye edilmekte; bunun içeride ve dışarıda yanlış anlamaların önüne geçeceği için ülkenin yüksek çıkarlarının icabı olduğu belirtilmektedir.

Mustafa Kemal’in bu telgrafa verdiği cevapta “İttihatçılarla ilişki” meselesi hakkında söyledikleri şöyledir: “Milli teşebbüslerimizin ve teşkilatımızın İttihatçılıkla hiçbir alaka ve münasebeti olmadığı, kötü niyetliler dışında gerek millet ve gerek temasta bulunulan yabancılar tarafından görüldüğü halde, yalnızca buyurduğunuz yanlış yorumları ve dedikoduları önlemek amacıyla Sivas Kongresi’nin birinci oturumunda müzakerelere başlanmadan evvel bütün delegeler İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin canlandırılmasına çalışılmayacağına dair birer birer yemin ettirilmiş ve bu yemin metni her tarafa gönderilmiştir. Bundan başka münasebet düştükçe ve bilhassa yabancılarla temaslarda bulunuldukça bu noktaya özel önem gösterilerek gerekli açıklamalar yapılmaktadır.”

***

Mustafa Kemal Paşa, “Birinci Dünya Savaşına katılmamızın yanlış olduğu şeklinde görüş açıklanması” tavsiyesine ise -kısmen sadeleştirdiğim- şu sözlerle cevap vermişti: “Tamiri imkânsız felaketlere ve acı sonuçlara yol açmış olduğundan bugün milletin memnuniyetsizliğini celp eden Harbi Umumi’ye iştirak etmemek elbette arzu edilirdi. Fakat bunun imkânı yoktu. Çünkü savaşa katılmamak silahlı bir tarafsızlığı yani Boğazların kapalı tutulmasını icap ettiriyordu. Halbuki vatanımızın coğrafî mevkii, İstanbul’un stratejik vaziyeti, Rusların İtilâf devletleri yanında yer almış olması bizim seyirci kalmamıza asla müsait değildi.

Bundan başka silahlı bir tarafsızlığın sürdürülebilmesi için paramız, silahımız, sanayimiz hulâsa lâzım olan vasıtalarımız mevcut değildi. İtilâf Devletlerinin bilhassa İngilizlerin para vermemesini bırakın, gemilerimizi zapt ve milletin dişinden tırnağından arttırarak biriktirdiği yedi milyon liramızı da gasp etmeleri ve İtilaf devletlerinin harp ilanıyla beraber bizim harbe girişimizden daha dört ay evvel Osmanlı topraklarında bir Ermenistan cumhuriyeti teşkiline karar verdiklerini ilan eylemiş olmaları ve hatta Bolşeviklerin neşrettiği gizli antlaşmalardan anlaşıldığına göre İstanbul’un Çarlık Rusya’sına vaat edilmiş olması harbe İtilâf devletleri karşısında girmemizin kaçınılamaz olduğunu gösteren açık kanıtlardır. Bir de İngiltere ve Fransa’nın kendisine İstanbul’u vaat eyledikleri Rusya dururken uğursuz Balkan Harbinden sonra hiçbir askeri değer ve milli varlık atfetmedikleri milletimizi tercih edeceklerini tasavvur eylemek elbette doğru olamaz.

Harbe girmemizi bir suç saymak ve koca bir milleti dört beş kişinin oyuncağıymış gibi düşünmek fikrimizce lehimizde bir faideyi mucip olmak şöyle dursun, bilâkis düşük Ferit Paşa’nın Paris’te Avrupa’dan merhamet dilenme düşüncesiyle yaptığı zelil açıklamalara Clemenceau’nun vermiş olduğu aşağılayıcı cevabın maazallah bir kere daha işitilmesine sebep olabilir. Binaenaleyh mertçe hakikati söylemek ve kahramanca harp eden bu koca milletin mağlûbiyetin zaruri neticelerine katlanmakla beraber yaptığının suç olarak görülüp bu yüzden cezalandırılmasını kabul etmemek en salim ve en hayırlı bir prensip telâkki olunabilir.” (Nutuk C. 3: Vesikalar, sh. 1078-1082, MEB, 1969, Vesika nu. 141-142)

YORUMLAR (146)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
146 Yorum