Böyle olur bizde muhalefet dediğin
Eski adamlardan duyduğumuz bir laftır: “Türk entelijansiyası dekadans içinde...” Aydınlarımızın yozlaşma içinde olduğunu ifade eden yarı Rusça yarı Fransızca ve yarı Türkçe bir cümle. Korkarım bu yüz yıllık laf hâlâ geçerli. Gazete köşeleri bunun kanıtlarıyla dolu. Ve tabii ki aydınlarımızın geneli için geçerli olan şey medyamız için haydi haydi geçerli.
Bakın şu manzaraya: Bir yanda derdi üzüm yemek olmayan birtakım gruplar bağcıların üzerine salınmış. Ismarlama “fikir”ler ve sahte kanaatlerle kamuoyu yönetilmeye çalışılıyor. Kötü paranın iyi parayı kovduğu gibi sahte duyarlıklar birer battaniye gibi gerçek duyarlıkların üzerine örtülüyor.
Diğer yanda ise, siyasete kanalize olamayan toplumsal muhalefetin -argo tabirle ifade edeceğim, kusura bakmayın- gazını alma işlevini üstlenen bir tür medya daha var. Bunların da derdi üzüm yemek değil. Belirli bir kesimin tepkilerini, öfkelerini ve korkularını beslemek…
Oysa Türkiye’nin belki en önemli sorunu muhalefetsizlik. Ve mevcut politik muhalefetin yeterince temsil edemediği toplumsal muhalefetin duyarlıklarına kanal olması lazım bu medya kanadının. Bu cümleden olmak üzere Sözcü ve Cumhuriyet gazetelerine bakıyorum; kaba saba bir retorikten başka şey görmüyorum. Vaktiyle Demirel’e, Özal’a ve diğerlerine yaptıkları sözde “muhalefet”in tıpatıp aynısını şimdi de Erdoğan’a ve Davutoğlu’na yapıyorlar. Atatürk unutturuluyor, Cumhuriyet yıkılıyor, saltanat geri getiriliyor vs. vs…
Türkiye’nin hiçbir problemine ilişkin hiçbir çözüm önerisi olmayan bir muhalefetten söz ediyoruz. Garip ama gerçek… Sokaktaki adama söyleyecek sözü olmayan, gençlere gelecekteki Türkiye’ye ilişkin bir hayal sunamayan, ufuk göstermeyen bir muhalefet. Konuya sadece siyasi partiler açısından bakmayın. CHP’nin veya MHP’nin “servis sağlayıcısı” veya “fikir tedarikçisi” pozisyonundaki kesimler açısından baktığınızda da görüyorsunuz bu kısırlığı…
Bahsettiğim gazeteler bunun en canlı kanıtlarını sunuyor her gün çarşaf çarşaf… Ve bir hayli zorlayarak, ite kaka yapıyorlar bunu. Mesela geçen gün bir manşet atmışlardı, “23 Nisan kutlamaları iptal edildi, Cumhuriyet elden gidiyor” diye. Meclis’teki 23 Nisan resepsiyonu iptal edilmiş, evet. Gerekçe olarak da “terör saldırılarında verdiğimiz şehitlere saygı için” denilmiş. Ankara kulislerinden haberdar olan herkes biliyor ki aslında dokunulmazlık meselesinin gündemde olduğu bugünlerde HDP milletvekilleriyle aynı ortamda bulunmak istenmemesinden kaynaklanan bir “önlem” bu. Yoksa 23 Nisan kutlamalarının iptali diye bir şey yok. Ama öyle söylemek ve öyle söyleyince belirli bir kesimi heyecanlandırmak daha kolay.
Bir de kadayıfın üstüne kaymak olsun diye “Kut’ul Amare” tartışması... Milli Eğitim okullara genelge yollamış, “Nurettin Paşa’nın kazandığı iddia edilen” Kut’ul Amare Zaferi’nin kutlanması için. 23 Nisanı kutlamayan hükümet “bir zafer olduğu tartışmalı” olan bu olayı kutluyormuş, çünkü “şeriatçı” Nurettin Paşa Atatürk’ün muhaliflerindenmiş. Zaten “Atatürk Nutuk’ta Kut’ul Amare diye bir zaferin olmadığını anlatıyor”muş…
Cihan Harbi’nde Çanakkale’den sonra İngilizlere karşı kazandığımız ikinci zaferin tartışmalı olduğunu ilk defa duyuyorum. Atatürk’ün Nutuk’ta “böyle bir zaferin olmadığını” söylemiş olması da söz konusu değil. Bizim bilmediğimiz başka bir Nutuk yoksa tabii…
Merak edenlere teker teker açıklayalım: “Sakallı” lakabıyla tanınan Nurettin Paşa anladığınız manada “şeriatçı” değildi. Kut Zaferi’ni kazanan komutan da o değildi. Kut’u ilk kuşatan oydu ama zaferi kazanmak şerefi Halil Paşa’ya nasip olmuştur. Enver Paşa’nın da amcası olan Halil Paşa’ya bu zaferin hatırası olarak Kut soyadı verilmiştir. “Olmadığı söylenen” Kut Zaferi, bildiğim kadarıyla, Cumhuriyet’ten sonra da askeri bayram olarak kutlanmaya devam etmiştir. Atatürk’ten de İsmet Paşa’dan da sonra, Demokrat Parti döneminde kutlanmasından vaz geçilmiştir.
Yakın tarihle az çok ilgisi olan herkesin bildiği gerçekler bunlar. Bilmeyenlerin de birilerine sorup öğrenebileceği şeyler. Ama dert üzüm yemek olmayınca böyle oluyor…
Eski adamlar olsa “Çelebi, böyle olur bizde muhalefet dediğin” derlerdi…