İşin esasını kaçırmayalım

Devletler arasındaki ilişkilerde önceliğin çıkar olduğunu söylemeye bile gerek yok. Dostluklar veya ittifak ilişkileri ortak çıkarlara dayanır; anlaşmazlıklar ve düşmanlıklar da çıkar çatışmasına… Elbette Türkiye’nin dış politikasında da bu kural geçerli. Bu hususta en başta coğrafi konumumuzdan kaynaklanan bazı mecburiyetler rol oynuyor.

***

Jeopolitik açıdan Türkiye deniz gücü değildir ama bir kıyı ülkesidir. Yani denizlere açılan bir coğrafi konuma sahiptir. Aynı zamanda kıtasal derinliği olan bir coğrafya üzerindedir. Yani hem kara güçlerinin etkisine açık hem de doğuya doğru genişleme imkânı veren bir coğrafi konumdan söz ediyoruz. Nitekim gerek Helen orduları gerekse Roma garnizonları doğuya doğru istila seferlerine çıkmış ve İran platosu üzerinden Hindistan’a kadar uzanan bölgede kısa süreli de olsa egemenlikler kurmuşlardır. (Aynı şekilde Persler de zaman zaman “açık denizlere ulaşmak amacıyla” Anadolu’ya yönelik istila girişimlerinde bulunmuşlardır. Çok sonra tarih sahnesine çıkacak olan Rusların benzer hedefi de “sıcak denizlere inmek” diye adlandırılacaktır.)

Buna mukabil aynı coğrafyanın şimdiki varisleri olan Türkler bin yıldır sadece batıya doğru “genişleme” politikası izlemişlerdir. Moğol gailesi başladığında İç Asya’dan çıkıp İran ovalarına, oradan da küçük Asya’ya yönelen Türkmen aşiretlerinin mühim bir bölümü burada önce Ege ve Marmara yönüne doğru ilerlemiş, Osmanlı Beyliği’nin daha kuruluş döneminde ise Avrupa kıtasına geçip Rumeli fütuhatını başlatmıştır. Bu Türkmen aşiretleri hızla yayıldıkları Balkan coğrafyasında kendilerinden önce Karadeniz’in kuzeyi üzerinden buraya gelmiş bulunan akrabalarıyla, yani Kıpçaklarla buluştular. Bosnalılar ve Arnavutlar gibi İslamlaşan unsurların da katılımıyla “Rumeli Türklüğü” böylece teşekkül etmiş oldu.

***

Öte yandan, Osmanlı Türklerinin dış politikasında İran’a veya Rusya’ya yönelik bir işgal düşüncesi veya niyeti hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Yavuz döneminde Mısır’ın ve Basra Körfezi’nin kontrol altına alınmasıyla gerçekleştirilen -çok geç kalmış- jeostratejik hamleye kadar Doğu’nun, daha da önemlisi Güney’deki uluslararası ticaret rotasının geçtiği bölgelerin ihmal edildiği bile söylenebilir. Hatta onsekizinci yüzyılda bir ara İran’ın tamamen devletsiz kaldığı sırada bile eski Pers topraklarını imparatorluk arazisine katmayı düşünmedi Osmanlılar.

Bu tutumu romantik “Kızılelma” efsaneleriyle açıklamak mümkün ama aslında Türklerin “batıya doğru” siyasetinin arkasında tıpkı Almanların “doğuya doğru” (“nach dem Orient”) ülküsünün arkasında olduğu gibi son derece realist gerekçeler ve mecburiyetler var. En başta Kafkasya’dan Basra Körfezi’ne uzanan çetin dağ sıralarını aşmanın güçlüğü. İkincisi bu coğrafyada kurulacak egemenliğin maliyeti ile sağlayacağı ekonomik fayda arasındaki açı.

***

Gelelim bugüne… Bugünkü Türkiye’nin dış politikasının esasını önce ABD ile ittifak ve sonra Avrupa muhiti içinde yer alma siyaseti oluşturuyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya “deniz gücü” ABD ile “kara gücü” Rusya arasında parsellendiğinde Türkiye kara gücü tarafından yutulmaktansa deniz gücünün uzaktan denetimi altına girmeye razı oldu. Bu jeopolitik açıklama... Ama bir de Avrupa’nın ürettiği ve kuzey Amerika’nın geliştirdiği medeniyet değerlerini benimsemeye dair tercihimiz belirleyiciydi bu noktada. Bugün de daha on sekizinci yüzyıl civarında yapmış bulunduğumuz bu tercih doğrultusunda şekilleniyor dış politikamız.

Şimdi, buraya kadar çizdiğimiz çerçeve içinden bakarsak… Ankara’nın bugünlerde batı başkentleriyle yaşadığı sıkıntılar tarih perspektifinde çok önemli değil. Çünkü geçici. Konjonktürel. Bu bir.

İkincisi, dikkat ederseniz, Türkiye’nin uluslararası sahnede karşılaştığı sıkıntıların çok ciddi bir kısmı somut ve yapısal ihtilaflardan kaynaklanmıyor. Bir yanda kaba retorik veya üslup tercihlerinin yol açtığı bir ağız kavgasının büyüyüp kontrolden çıkmış olması bugünkü sorunların basit ve tuhaf gerekçesi.

Fazla gevezelik ettik… Problemin, hiç değilse bizim açımızdan asıl önemli sebebini ele almaya yer kalmadı. Onu da bilahare konuşalım.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum