Macaristan tecrübesini hafife almışız

Aşağıdaki yazıyı yedi sekiz ay kadar önce kaleme almış ama birtakım sebepler yüzünden yayımlamamıştım. Bu sebeplerin ilki galiba o sıralarda gündemin bir anda değişmesi ve başka bir konuya eğilme zaruretiydi. Ancak bu ertelemenin asıl sebebi yanlış anlaşılma endişesiydi. Gazete yazarı kimliğiyle buradaki eleştiri ve uyarıları ifade etmenin maksadı doğru anlaşılmayabilirdi. Artık yanlış anlaşılacak bir durum kalmadığı için “aslında buraya nereden ve nasıl geldiğimizi” bir kez daha hatırlatmak üzere o yazıyı şimdi paylaşmak istedim...

***

Geçtiğimiz aylarda Macarların popülist başbakanı Orban’ın altı partili muhalefet ittifakına karşı kazandığı seçim zaferi Türkiye’de de gündem olmuştu. Macaristan seçiminin bu derecede ilgimizi çekmesini daha çok iki ülke liderleri arasındaki benzerliklere bağlayarak şunları yazmıştım o zaman:
“Macar Başbakanı Orban popülist politikalarıyla bütün dünyanın dikkatini çeken bir siyasi figür olarak zaman zaman bizim cumhurbaşkanına benzetiliyor. O da tıpkı Erdoğan gibi sık sık özellikle Batı kamuoyunun tepkisine yol açan birtakım açıklamalar yapıyor. Ülkesindeki muhalefete, basına ve sivil topluma karşı sert önlemlere başvuruyor. Yargıyı kontrol altında tutmakla suçlanıyor. AB üyesi bir ülkenin lideri olmasına rağmen Rusya ile ilişkilerine özel önem veriyor. Kovid aşısını bile Alman veya İngiliz firmalarından değil, Rusya’dan ve Çin’den aldı. Muhaliflerini dış güçlerin destekçisi olmakla suçluyor. Batı ülkelerinin kendisini devirmek için uğraştığını savunuyor. Aslına bakarsanız iktidara ilk geldiği zamanlar epeyce ‘Batı yanlısı’ bir siyasetçiydi Orban. Sonradan ülkede yaşanan sıkıntıların sorumlusu olarak dış güçleri işaret etmenin faydasını keşfetti. Popülizme yöneldi.”

***

Öte yandan, iki ülkenin muhalefet blokları arasındaki benzerliklerin ise neredeyse altı sayısından ibaret olduğunu savunmuştum o vakitler. Çünkü Macaristan’da muhalefet insicamdan mahrum durumdaydı. Tavanda teşkil edilen ittifak tabanda karşılık bulamamıştı. Muhalefet bloku içindeki bazı partilerin kendi aralarındaki anlaşmazlık ve çekişmeler iktidarla olan ihtilaflardan daha derindi. Çünkü aşırı sağdan aşırı sola çok geniş bir yelpaze söz konusuydu. Dolayısıyla ortak bir dil geliştirmeyi başaramamışlardı. Ortak aday konusunda da ancak halkta karşılığı olmayan bir kişi üzerinde mutabakat sağlanabilmişti.

Macaristan seçimleri sırasında bizdeki muhalefet bloku ise çok farklı bir yapı gösteriyordu. Asgari uyum sağlanmıştı, az çok dil ve politika birliği vardı. Tabanda da tavanda da seçimi riske atabilecek derecede bir çelişki yoktu. Üstelik burada 2018 ve 2019 seçimlerinde ittifak problemsiz çalışmıştı. 2019 yerel seçiminde çok önemli bir başarı da sağlanmıştı.

Altılı Masa bu yönleriyle Macaristan’daki altılı masanın zaaflarını taşımıyor görünüyordu. Ne var ki son zamanlarda bizdeki masa da Macar muhalefet blokunu gitgide daha çok andırmaya başladı.

Bir süredir özellikle temel problemler konusunda Altılı Masa olarak ortak bir tutum geliştirme eğilimi terk edilmiş gibi görünüyor. Bunun yerine muhalefet partilerinin her birinin kendi siyasi hesaplarına uygun ayrı ayrı tutumlar sergilemesi ister istemez Macaristan’da yaşanan tecrübeyi hatırlatıyor.

Olmayacak şeyler oluyor… Biri hiç kimseye sormadan HDP’ye bakanlık veriyor. Öbürü ortaklarına haber vermeden masaya yeni üye kaydediyor. Muhafazakâr taban için çok kritik ve hayati bir mesele olan başörtüsü konusunda biri yasal düzenleme talebiyle ortaya çıkıyor, öbürü “Bu kapanmış bir yara, kaşımayın” diyerek itiraz ediyor. Birinin medyası öbürünü itibarsızlaştırma kampanyası yapıyor, öbürünün destekçileri diğerini masadan atmakla tehdit ediyor.

Böyle olmaz… Bu gidişin sonu iyi olmaz…

***

Bütün bunlara bir dur denmesi lazım ki muhalefet bloku bir iktidar alternatifi olarak varlığını sürdürebilsin, siyaset sahnesinde kalabilsin.

Büyük ümitlerle ve karşılıklı fedakarlıklarla oluşturulan Altılı Masa’nın şimdilerde seçim sonrasının hesaplarına dalıp Uhud’daki okçular gibi ganimet paylaşma heyecanıyla boşaltılması tarihî bir fırsatı heba edecektir.

Büyük hedefler uğruna küçük amaçlardan vaz geçilmediği takdirde doğabilecek sonucun sorumluluğu taşınamaz bir yük olacaktır.

Bu olağanüstü süreçte kişisel ikbal planları, siyasi çıkar hesapları, ideolojik refleksler devreden çıkarılmazsa hiç kimsenin vatanseverlikten söz etmeye hakkı olmayacaktır.

Bunun için yine masadaki liderlere görev düşüyor. Bu dağınıklığı ortadan kaldırma yolunda gerekirse ellerini taşın altına koymak suretiyle gereğini yapmazlarsa kaybeden herkes olacak çünkü.

Liderleri bu işe zorlamak için ise kamuoyu baskısına da ihtiyaç var. Önümüzdeki seçimin Türk demokrasisi açısından “köprüden önceki son çıkış” olabileceğini kendilerine hatırlatıp parti siyasetini bir yana bırakmalarını, var güçleriyle ülke siyasetine yönelmelerini talep etmek gerekiyor.

YORUMLAR (87)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
87 Yorum