Mesele Kavala mı başka bir şey mi?

Aralarında ABD ile Almanya’nın da olduğu 10 Batı ülkesinin büyükelçisini “istenmeyen adam” ilan etme girişiminin sebebi gerçekten de söz konusu diplomatların Kavala davası konusunda yaptıkları çağrı mıydı? “Bağımsız” yargımızın işleyişine müdahale etmeye kalkıştıkları için miydi bunca öfke?

Önceki tecrübelere bakıldığında bunu söyleyebilmek çok zor. Rahip Brunson için ABD Başkanı telefon açtığında, gazeteci Deniz Yücel için Almanya Şansölyesi devreye girdiğinde “Ne diyorsunuz siz, Türk yargısı bağımsızdır” denilmemiş olduğuna göre bu konuya şimdi gösterilen “hassasiyet”in başka dayanakları olduğu düşünülmek durumunda.

Keza kısa süre önce İYİ Parti lideri Meral Akşener’i ve Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ı açıkça tehdit eden Çin Büyükelçisi de “istenmeyen adam” ilan edilmedi.

Türkiye’de on binlerce kişi “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla mahkeme kapılarında beklerken, Trump’ın hepimizi -veya ülkesinin itibarını, milletinin haysiyetini dert edinen herkesi- utandıran ve öfkelendiren galiz hakaretlerine cevap bile verilmedi. Daha sonra Biden Türk milletini soykırımcı ilan ettiğinde de bugün büyükelçilere söylenen sözlerin benzerine maruz kalmadı.

Belki de Ankara’daki batılı diplomatları böyle bir çıkışa teşvik eden de bütün bu örneklerdi…

Öyleyse “milli hassasiyetler”den başka bir motivasyon vardı belki de bu girişimin gerisinde. Muhalefet bilhassa ekonomideki kötü yönetim pratiklerinin sonucunda ortaya çıkan vatandaş memnuniyetsizliğine işaret etti. Zaten uzunca süredir devamlı yükseliş halinde olan döviz kurunda bu olay üzerine yaşanan yeni patlamanın meseleyi başka bir kulvara taşımasının da öngörüldüğü, böylelikle “Kur saldırısı” retoriğinin yeniden meydana sürülmesinin hesaplandığı iddia edildi.

Ekonomideki olumsuz gidişatı “Batılı güçlere karşı yürütülen beka mücadelesi”nin kaçınılmaz sonucu gibi gösterme hesabının yapıldığı ileri sürüldü. Yani vatandaşın öfkesinin Türk lirasını pul seviyesine indiren yanlış politikalar yerine, “egemenliğimizi hiçe sayan” Batı ülkelerine yöneltilmesi planlandı bu yoruma göre.

Özetle, oyları gitgide erimekte olan iktidar partisinin bu yeni kriz üzerinden kendi tabanı için yeni bir konsolidasyon imkânı bulmayı umduğu yorumu yapıldı dördüncü gününde hariciyenin girişimi sonucunda sulh ile sonuçlandırılan konu hakkında.

Peki, hangi açıklama daha makul? Israrla her fırsatta iç işlerimize karışan Batı ülkelerine karşı milli duyguların şahlanışı mı vardı bu olayın arkasında, yoksa kendi seçmen tabanının dağılmasını önlemek isteyen iktidarın seçime yönelik hesapları mı?

Benzer durumlarda dünden bugüne nelerin yapılmış olduğu hatırlanırsa bu sorunun cevabını vermek pek zor olmaz herhalde.

KAVALA’NIN SUÇU NE?

Osman Kavala’nın ideolojik çizgisine de politik duruşuna da mesafemi mahfuz tutarak söylüyorum: Dört yıldır tutuklu olarak yargılanan, bu süreçte mahkemelerin verdiği beraat ve tahliye kararlarına rağmen derhal yeni bir iddianame hazırlanarak cezaevinden çıkması önlenen bir kişinin durumu en hafif tabirle yargı mağduriyetidir.

Yargı organlarımızın görülmemiş bir titizlikle durumunu takip ettikleri ve her halükârda cezaevinden çıkmaması temin edilen bu kişinin bizim bilmediğimiz başka bir suçu olduğu anlaşılıyor.

Açıkça dile getirilmeyen ama ortalıkta dolaşıp duran birtakım söylentilere göre bu suç, 2015’te Çözüm Süreci’ni sona erdiren olaylar dizisi içinde “Erdoğan’ın iktidardan indirilmesi amacıyla” PKK’yı teşvik ettiğinin, başka bazı uluslararası yapılarla işbirliği yaptığının ve HDP’nin “Seni Başkan yaptırmayacağız” kampanyasının fikir babası olduğunun düşünülmesiymiş.

Eğer kendi ülkesinin seçilmiş meşru yöneticisini devirmek için terör örgütleriyle işbirliği yapan biri varsa karşımızda, bu kişinin yaptıklarının cezasını en ağır şekilde çekmesi gerekir elbette. Ancak bu yoldaki kuşkularımızı destekleyen somut deliller ortada yoksa hiç kimseyi suçlu ilan edemeyiz. Hile-i şeriye yöntemleriyle ceza veremeyiz. Hukuku çiğneyemeyiz. Adaleti kişisel öfkemize alet edemeyiz.

Nitekim Kavala’ya yöneltilen suçlamalar içinde söz konusu iddialar yok bildiğim kadarıyla. Kavala’ya ilzam edilen “Sorosçuluk” suçlaması da işlenen hukuksuzluğu haklı çıkarmaz. Kaldı ki “Sorosçuluk” bir suçsa en önce Erdoğan’ın yakın çevresindeki bazı AK Partililerin bu suçtan dolayı yargılanmaları gerekirdi.

Demek ki hiçbir durumda hukuku adaletten ayırmamak lazım. Yargı kurumlarını siyasi hesapların ve hesaplaşmaların üzerinde tutmak lazım. Vatandaşın milli duygularının siyaset malzemesi yapılmasından vaz geçilmesi lazım. Bu yöntem bir tür bumerangdır, dönüp ilk hamleyi yapanı da vurabilir. Hukukun her zaman herkes için gerekli olduğunu unutmamak zorundayız.

YORUMLAR (99)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
99 Yorum