Ne kadar futbol o kadar dış politika

Milli futbol takımımızın haritadaki yerini çoğumuzun bilmediği Faroe Adaları milli takımı karşısındaki yenilgisi edebiyat eleştirmeni Fethi Naci’nin meşhur sözünü hatırlattı: “Türkiye’de roman var: Ne kadar futbol varsa, o kadar.”

Vaktiyle edebiyat dünyasında çokça tartışılan bu değerlendirme aslında basit bir gerçeğin ifadesiydi: Toplumsal hayatta da fizikteki “bileşik kaplar” prensibi geçerlidir. (Birbiriyle bağlantısı olan farklı kapların içlerindeki sıvı düzeyleri aynıdır. Kapların şekli ve hacmi farklı bile olsa.)

Çünkü toplumsal zihniyet dediğimiz olgu her bölümü birbiriyle irtibatlı bir yapı olan toplumun tüm yüzeylerine sıvı gibi yayılır. Dolayısıyla belli bir zihniyet ikliminin eseri olan kötü yönetimin de yalnızca belirli bir alanda söz konusu olduğunu veya yalnızca belirli bir alanı etkilediğini düşünmek yanlış olur.

Spor alanındaki başarılar veya başarısızlıklar da bir ülkenin genel durumunun lokal bir örneğidir. Sanayide, ticarette, eğitimde, sağlıkta vs. belirli seviyelere ulaşabilmiş bir toplumun spor alanında aynı başarıyı gösterememesi düşünülemez.

Nitekim 2018’de Rusya´da düzenlenen Dünya Kupası vesilesiyle yazdığım bir yazıda “Neden bazı toplumlar zengin, bazıları yoksul?” sorusuna verilebilecek cevaplarla “Neden bazı ülkeler futbolda başarılı, bazıları ise başarısız?” sorusunun cevaplarının aynı yerlerde bulunabileceğini savunmuştum.

Sahanın uzmanlarına göre futboldaki başarı eksikliğimizin ana sebebi yöneticilerin günü kurtarma peşinde olmalarıydı. Orta ve uzun vadeli plan ve politikalar geliştirmenin bu yöneticilere kısa vadede fayda sağlamayacağı için destek görmemesi çıkmaz bir yola sokmuştu futbolumuzu. Zira diğer alanlarda olduğu gibi futboldaki başarı da birtakım elle tutulur somut şartlara bağlı: Planlama, organizasyon ve yönetim becerisi gibi.

Peki, ülkelerin iktisadi-teknolojik-askeri -ve dolayısıyla siyasi- alanlardaki başarılarını ve üstünlüklerini neler getiriyor: rasyonel yönetim, hukukun üstünlüğü, fırsat eşitliği vs.

Bizde bunlardan ne kadar var? Bir ülkede bunlardan ne kadar varsa o kadar eğitim sistemi, o kadar sağlık hizmeti, o kadar tarım politikası, o kadar yargı kalitesi, yani özetle o kadar iyi yönetim oluyor. Fazlası olmuyor.

***

Bugünlerde en büyük sorun ekonomi. Hepimiz cebimizdeki paranın değerinin gün gün eriyip gittiğini görüyoruz, birkaç yıl içinde bütün varlığımızın yarısını kaybettiğimizi fark ediyoruz, yoksullaştığımızı hissediyoruz.

Ne var ki “Ekonomi biraz sıkıntılı ama şu sahada iyiyiz, falan konuda rakiplerimize nal toplatıyoruz” diyebilecek durumda da değiliz maalesef. Ne de olsa ekonomi yönetimindeki yanlışlar bir bütün halindeki yönetim anlayışından bağımsız değil.

Ama bu gözle görülen gerçeğin aksini savunmak da mümkün. Hamaset sosuyla süslenmiş bir retorik kimi insanların gözlerini boyayabilir. Bugün yapılan iş tastamam bu. İyi yönetim vaadinde bulunulamıyor. Bunun yerine dini ve milli duygular harekete geçirilerek seçmen tabanındaki erime durdurulmak isteniyor. Vatandaşa Türkiye’nin aslında “dünya lideri” olduğu anlatılıyor.

Bu çerçevede üretilen “yerli savunma sanayii mitolojisi” her geçen gün biraz daha şişiriliyor. “Amerika, Avrupa bizden korkuyor, çünkü bizim ihalarımız sihalarımız var” nutukları atılıyor. İnsansız hava aracı üretimindeki başarı elbette önemli, elbette gurur verici ama maalesef “dünya lideri” olmak için yeterli değil.

Ülkede yaşanan sorunları “dünya lideri olmamızı istemeyen dış güçlerin oyunu” diye açıklamak da akla mantığa aykırı.

***

“Ekonomide, şurada burada bazı ufak tefek sorunlar var ama bugünkü iktidar dış politikada çok başarılı” şeklindeki temelsiz propaganda hiç işe yaramıyor mu peki?

Görünen o ki bu ürünün müşterisi var. Çünkü biz toplum olarak belki de yakın tarihimizin sosyal psikolojimiz üzerinde bıraktığı travmalar yüzünden içi boş retoriklere prim vermeye hazırız. Bu zaafımızın günlük siyasete malzeme yapılmasının yol açtığı problemlerin fazlaca farkında değiliz. Siyaset de bizim bu zaafımızı kullanmaktan geri kalmıyor.

Peki, gerçek durum ne? Dış politika alanında var mı bir başarı? Geçen sürede kazanımlarımız ve avantajlarımız artı mı eksildi mi?

Tablo ortada. ABD ile ilişkilerin geldiği yer ortada. Rusya ile ilişkilerin bizi sürüklediği yer ortada. Yakın zamana kadar Ortadoğu ülkeleriyle sürdürülen iç politika eksenli dargınlık politikasının sonucu ortada. Şimdilerde İsrail başta olmak üzere Suudi Arabistan, Mısır, BAE ile ilişkileri “normalleştirme” yolunda atılan adımlar “dış politika başarısı” diye sunuluyor ama bütün bu süreçte ne kazandığımız ne kaybettiğimiz konuşulmuyor.

Söz gelimi dava dosyası Suudlara teslim edilen Cemal Kaşıkçı olayının, bırakın toplumun hukuk duygusunda ve vicdanlarda açtığı yarayı, Türkiye’nin itibarına verdiği zarar nasıl onarılacak? Körfez emirliklerinin ekonomik kriz yaşamakta olan Türkiye’deki birtakım ticari varlıkları satın almaya yönelik iştahları milli çıkarlarımıza halel gelmeden nasıl doyurulacak?

Bu sorular sorulamıyor. Bu soruları sormaya kalkışanlar, üstüne üstlük “gayrı millik” suçlamasıyla susturulmaya çalışılıyor.

“Dış politikanın temel hedefi milli çıkarların korunması ve geliştirilmesidir. İç siyasetin tüketim malzemesi yapılan bir dış politika ülkenin milli çıkarlarına fayda değil zarar verir” uyarısını dillendirenlere “dış güçlerin adamı” deniliyor.

Çünkü ne kadar futbolumuz varsa o kadar dış politikamız var.

YORUMLAR (37)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
37 Yorum