Oy kaybolmaz, yer değiştirir
Birkaç ay oldu, “Cumhur İttifakının seçmen nezdindeki popülaritesinin tam olarak hangi oranda azaldığını görebilmek için seçime kadar beklememiz gerekiyor mu?” sorusundan yola çıkarak bir sonraki seçimin projeksiyonunu yapabilmek için ihtiyaç olduğunu savunduğumuz bir süreç analizine “giriş” yapmıştık. Araya sıcak gündem konuları girince bu “süreç analizine” devam edemedik… Bugünkü tartışmalar bağlamında şimdi kaldığımız yerden tekrar devam edebiliriz…
Türk siyasetinde Başkanlık sistemiyle beraber ittifaklar düzeni ortaya çıkmadan önceki son “normal seçim”in 2015’te yapıldığını söylüyorduk. Biri haziranda, öbürü kasımda olmak üzere iki kere yapılan seçimlerde AK Partinin oyları önce yaklaşık yüzde 40’a düşmüş, sonra yüzde 49’a yükselmişti. Ama o günden sonra bir daha “tek başına” bu destek seviyesine hiç ulaşamamıştı. (Bu arada, AK Parti ile MHP’nin oy toplamı da yüzde 61’di. Ama Cumhur İttifakı olarak girdikleri ilk seçimde bu oran yüzde 52’ye düştü. Bugünlerdeki anketlerde ise yüzde 40’larda görünüyor.)
Öyle anlaşılıyor ki Haziran 2015’te belirli bir sebep yüzünden oyları rekor seviyede düşmüş olan iktidar Kasım 2015’te ise milletin büyük oranda desteğini almasını sağlayan bir iş yapmış veya bir duruş sergilemiş ama bilahare o günkü duruşundan veya çizgisinden uzaklaşınca halktan aldığı destek de yeniden azalmış. Mantık bunu söylüyor…
Buna karşılık söz konusu süreçte yaşananları açıklama sadedinde yaygın kabul gören iki görüş var: Bunlardan ilkine göre tam da iki seçim arasında Çözüm Sürecinden tek taraflı olarak çekildiğini açıklayan PKK’nın yeniden başlattığı terör saldırıları halkı iktidar partisi çevresinde kenetlenmeye yöneltmişti. Diğer açıklamaya göre ise muhalefetin bir koalisyon teşkiline muvaffak olamayışı mevcut iktidar partisine yeniden teveccüh temin etmişti.
Her iki açıklama da doğruluk payı içeriyor ama hazirandaki hezimetin sebebi yine belirsiz kalıyor. İlk defa doğrudan halk oylaması ile yapılan 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde AK Parti adayı Erdoğan yüzde 52 oy almıştı. Yalnızca bir yıl içinde bu oran nasıl ve niçin yüzde 40’a kadar düştü?
***
Başta kendi hafızamız olmak üzere bu konuda başka tanıklıkları devreye sokarak bu sorunun cevabını verebiliriz. Ancak burada iktidar partisinin “resmî anlatısı” uygun bir kılavuz olmaz. Çünkü 2015 haziranında AK Parti’nin neden hezimet derecesinde bir oy kaybı yaşadığı ve buna mukabil altı ay gibi çok kısa bir sürede nasıl olup da kayıplarını telafi edebildiği sorusunun cevabı iktidar partisi mensuplarının anlattıkları hikâyede yok. Bu hikâyeye göre dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun yönetiminde girilen ilk seçimde başarısız olununca Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girip bizzat meydanlara çıkmış ve ikinci seçimi partisine kazandırmıştı. Ne var ki daha altı yıl öncesinin olayı olan bu konuda kendi hafızalarına güvenmeyenlerin de gazete arşivlerine baktıklarında hatırlayacakları üzere, anlatılan hikâyenin tam aksi yaşanmıştı: Erdoğan ilk seçimde meydanlardaydı, ikinci seçimde meydanlardan çekilmişti.
Hatırlayalım… Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan yerini Davutoğlu’na bırakmıştı ama zamanla hem partisini hem de hükümeti fiilen yönetmeye devam etmek istediği belli olmuştu. Ne var ki toplumun politik kültürü bu yeni yönetim tarzını kabullenmeye hazır değildi henüz.
Öyleyse memleketi yeni duruma alıştırmak gerekiyordu. AK Parti’nin yeni genel başkanı Meclis’te grup toplantısı yaparken ülkenin cumhurbaşkanı da aynı saatlerde “Muhtarlara sesleniş toplantısı” yapmaya başlamıştı. Seçim kampanyası da bu minvalde sürdü. Davutoğlu bir ilde seçim mitingi yaparken Erdoğan başka bir ilde (birtakım devlet yatırımlarının açılışı adı altında) başka bir miting yapıyordu. Dahası, Cumhurbaşkanı daha önce yalnızca olağanüstü durumlar için düşünülen Bakanlar Kurulunu toplama yetkisini de cömertçe kullanmaya başlamıştı.
Bu tabloda cumhurbaşkanının anayasal statüsü olan tarafsızlıktan uzak duruşu birinci problem, hükümetin ve iktidar partisinin yönetiminde çift başlılık görüntüsü ikinci problem durumundaydı.
***
Haziran 2015 milletvekili seçimlerine gidilirken bir başka sıkıntılı konu yolsuzluklar meselesiydi. O günlerde henüz “cemaat” denilen FETÖ’nün elindeki yargı ve polis gücünü kullanarak hükümeti devirmeye yönelik olarak başlattığı 17-25 Aralık girişimi geri püskürtülmüş ama bu sırada ortaya saçılmış olan yolsuzluk iddialarının üzerine gidilmesi yönündeki kamuoyu beklentisi karşılıksız bırakılmıştı. Ocak 2015’te Başbakan Davutoğlu’nun açıkladığı “şeffaflık paketi” hiçbir zaman hayata geçmeyecekti. Tıpkı 4 bakan hakkındaki Yüce Divan girişiminin akim kalması gibi…
Ağustos 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimini büyük ölçüde 2013’teki 17-25 Aralık sürecinde “paralel yapı”ya duyulan toplum tepkisinin oluşturduğu konsolidasyon sayesinde kazanmış olan iktidar partisi aradan geçen sürede suçlamalara muhatap olan mensuplarının “aklanması” (veya “partinin çürük elmalardan temizlenmesi”) doğrultusunda bir adım atmadan Haziran 2015’teki milletvekili seçimine gidiyordu.
O seçimde AK Parti vitrininin ağır toplarından yoksun kalması da bir başka handikap oluşturmuştu. Mecliste üçüncü dönemlerini tamamladıkları için parti tüzüğü gereği aday listelerine alınmayanlar arasında Cemil Çiçek, Bülent Arınç, Mehmet Ali Şahin, Beşir Atalay, Hüseyin Çelik, Taner Yıldız, Sadullah Ergin, Bekir Bozdağ, Hayati Yazıcı, Binali Yıldırım gibi tecrübeli isimler ve o sırada henüz 48 yaşında olan bugünkü DEVA lideri Ali Babacan da vardı.
Neticede Haziran seçimi ciddi bir hezimetle sonuçlandı iktidar partisi açısından. Derken altı ay sonra yeniden seçime gidildi ve seçmenin birçoklarını şaşırtan rekor seviyedeki desteği ortaya çıktı bu defa. Peki, nasıl oldu bu?
Devam edeceğiz…