‘Rahatlık’ siyaset yapma yöntemi olamaz
Uzunca zamandır bütün dünyada “seçmen davranışı” konusunda yapılan akademik çalışmalar var. Sandık önüne geldiğinde seçmenin hangi şartlarda hangi yönde tutum alabileceğini kestirmeye yönelik olarak geliştirilen modeller var. Mesela ekonomideki başarılar veya başarısızlıklar iktidar ve muhalefet partilerinin oyları üzerinde hangi durumda hangi oranda etkili oluyor, üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Mesela uluslararası gerginlikler veya terör saldırıları seçmenin iktidar partilerine desteğini nasıl etkiliyor, bunu da biliyoruz. Biliyoruz diyorum, çünkü akademik çalışmaların neticesinde oluşturulan modeller pratikte sınanıyor ve sandık sonuçları teoriye dayalı öngörülerden çok küçük farklılıklar gösteriyor.
Bu çerçevede “Türk seçmen davranışı” konusunda ciddiye alınması gereken modeller geliştiren bilim insanlarının başında gelen Prof. Ali Akarca’nın tespitine göre, Türkiye’deki seçmen davranış kalıplarıyla Avrupa veya Amerika’daki seçmenin davranış mantığı arasında ciddi bir fark yok. Kültürün belirlediği istisnai yaklaşımlar genel tabloyu fazla değiştirmiyor demek ki.
En önemlisi, seçmenin partisinden kolaylıkla vazgeçmediği gerçeği. Kimi zaman kendi partisini cezalandırmak amacıyla başka partilere oy verse bile bu “stratejik oy” kullanma tercihi geçici bir tutum. Çoğunlukla yerel seçimlerde devreye giriyor, genel seçimde kürkçü dükkanına geri dönüyor seçmen. Ancak ve ancak oy verdiği/taraftarı olduğu partinin kendi kişisel ideoloji/kimlik değerlerini ve ekonomik çıkarlarını temsil etme niteliğini kaybettiğinden emin olursa başka bir limana demir atmaya yönelebiliyor.
***
Türkiye’de 1950’den bu yana yapılan tüm yerel ve genel seçimlerin sonuçlarını ekonometrik metotlarla inceleyen Prof. Akarca seçmen davranışlarında ekonominin etkileri konusunda ilginç bulgulara ulaşmış ve bunlar üzerinden bazı ayrıntılı modeller geliştirmiş. Tespitlerinden en ilginci seçmenlerin büyümeye verdiği önem. Gayri safi yurtiçi hasılada meydana gelen yüzde 1’lik bir büyüme iktidar partisine 1 puan ilave oy getiriyor.
Buna karşılık hayat pahalılığı iktidar partisine sanıldığı kadar oy kaybettirmiyor. Enflasyonda meydana gelen yüzde 1 artış oyların sadece yüzde 0,15’ini götürüyor. Demek ki yüzde 20 oranındaki bir enflasyon artışının iktidara “sandık maliyeti” yüzde 3’ten fazla değil.
Hepsinden daha önemlisi, seçmenler hükümetlerin ekonomik performanslarını değerlendirirken sadece seçimden önceki bir yıla bakıyorlar.
Peki, bu durumda özellikle son dört beş yıldır ekonomide yaşanan facia boyutundaki olumsuzlukların AK Parti seçmeninin parti sadakatini pek fazla etkilemeyeceği gibi bir sonuç mu çıkıyor?
Bu sorunun cevabı doğal olarak hem iktidar için hem de muhalefet için önemli. Özellikle iktidar “ne yaparsa yapsın” seçmenini kaybetmeyeceğinin rahatlığına sahip olabilir mi?
***
Anlaşılan o ki iktidar partisi, tıpkı Prof. Akarca’nın yaptığı gibi, bugüne kadarki seçim sonuçlarından yola çıkarak seçmenin parti sadakati ve sandık davranışı konusunda “teorik” bir yaklaşım geliştirmiş durumda. Özellikle büyümenin pozitif etkisinin enflasyonun negatif etkisinden kat kat fazla olduğunun ve sandık tercihlerinin şekillenmesinde yalnızca seçimden bir yıl önceki ekonomi tablosunun rol oynadığının bilinmesi, evet, bir “rahatlık” veriyor iktidara. Daha doğrusu, bugünkü rahatlıklarının, yani yapılan tüm yanlışları “kim ne derse desin” savunma tutumlarının ve kötü yönetim çizgisini “inadına” sürdürme ısrarlarının dayanağı bu.
Gelgelelim, “rahatlık” bir siyaset yapma yöntemi olamaz. Atalarımızın “yarım doktor candan eder, yarım hoca dinden eder” dedikleri gibi, biz de “yarım siyaset oydan eder” demeliyiz.
Evet, enflasyonun seçmen davranışı üzerindeki etkisi yüksek olmuyor, “karşı blok”ta iktidar alternatifi oluştuğunu gören seçmenin sandık davranışında parti sadakati devreye giriyor. Evet, parti ile seçmeni arasındaki “ideolojik temsil” ilişkisine dayalı sadakat duygusu sandık tercihlerinin temel belirleyicilerinden.
Bunlar doğru ama bunlar “normal şartlar altında” işleyen kurallar. En başta hayat pahalılığı ile ekonomik kriz aynı şeyler değil. Ekonomik krizler hem Türkiye’de hem de dünyanın her yerinde seçmen davranışlarını radikal biçimde değiştirir. AK Parti’yi 2002’de iktidara getiren 2001 krizini hatırlamak yeterli.
TUİK’in enflasyon rakamlarıyla değil, cebimizdeki paranın değerinin nereden nereye geldiğiyle anlaşılabilir yaşadığımız felaketin adının “hayat pahalığı” mı yoksa “ekonomik kriz” mi olduğu.
İkincisi, mevcut iktidar partisinin “ideolojik temsil” niteliğindeki aşınmanın hiç durmadan devam ediyor oluşu belki de ekonomi felaketinden daha büyük etkiler doğurabilecek bir faktör ama bunun hiç farkında değiller. Ya da farkındalar ama “Din, kitap, vatan, millet” retoriğini yükselterek bu yaranın üstünü kapatabileceklerini zannediyorlar.