Seçmeni korkutmak
Yirmi yıldır ilk defa gündem belirleme üstünlüğünü kaybetti iktidar partisi. Artık gündemi başkaları belirliyor, iktidar ise söylenenlere cevap yetiştirmeye çalışıyor. İktidarın yaptığı yanlışlar, cevaplayamadığı sorular, gizleyemediği sırlar, açıklayamadığı tuhaflıklar hep gündem olan konular.
Paramızın pul olmasına yol açan ekonomi politikaları… veya ülkenin milli çıkarlarına değil birilerinin siyasi hesaplarına göre şekil verilen ve iç politikaya yem edilen dış politika… gibi “soyut” problemlerin yanısıra gayet “somut” konular da var gündemde: Sözgelimi 128 milyar doların akıbeti, Sedat Peker’in ifşaatı… Ziraat Bankası’ndan alınıp geri ödenmeyen kredi borçları… Orman yangınlarında ortaya çıkan THK uçakları skandalı… İhalesi yapılmadan inşaatına başlanan tesisler… vs. vs…
Son olarak da TÜGVA iddiaları…
İktidar bütün bu konularda savunma pozisyonunda… Ne var ki savunması çoğunlukla işitmezden gelmek veya kulağının üstüne yatmak şeklinde oluyor. Bazen de en iyi savunma saldırıdır düşüncesiyle muhalefete doğru hücuma geçiyor ama ülkede olup bitenlerin kabahatini devletin yönetiminde söz hakkı bulunmayan kişi ve grupların üzerine atmak toplumda pek karşılık bulmayan bir taktik.
***
Bir de artık ümit veremiyor topluma. Ümit veremediği insanları korkutarak ikna etmeye çalışıyor. Korkutmak derken muhalif siyasetçilere yönelik söylenen “Bunlar daha iyi günleriniz” gibi tehditkâr sözleri kastetmiyorum, ülkenin geleceğine ilişkin korku senaryolarını kastediyorum. Cezaevlerindeki FETÖ’cüleri serbest bırakacaklar… Öcalan’ı hapisten çıkaracaklar… Kamuda başörtüsünü yasaklayacaklar vs… gibi kendi tabanlarını etkilemeye yönelik korku senaryolarını…
İktidar değişiminde dindar/muhafazakâr kitlenin mevcut kazanımlarını kaybedeceğine ilişkin propaganda görüldüğü kadarıyla diğerlerine nispetle biraz daha fazla alıcı bulmaya aday görünüyor. Bunun sebebi de son yıllardaki kutuplaşma siyaseti yüzünden toplumdaki güven duygusunun en alt seviyelere inmiş bulunması, kendi sosyal kompartımanlarına hapsedilen insanların öteki mahalleye derin kuşkuyla bakması… Nitekim başka mahallelerde de durum aynı. “Seküler kesim” içinde de dindarların seçim sonucunu tanımayacaklarını, iktidarı bırakmamak için kan dökmeyi bile göze alabileceklerini düşünenler var. Bu güvensizlik iklimini etkisizleştirmek toplumun seçkinlerine düşen bir görev.
Ancak toplumdaki bunca kutuplaşmaya ve ayrışmaya rağmen akıl ve mantık tamamen ortadan kalkmış olamaz. “Kamuda başörtüsü yasağı getirecek” denilen muhalefet blokunda yer alan partilerin liderlerine bakın: Meral Akşener, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Temel Karamollaoğlu, Gültekin Uysal… Bu iddia bu isimlerin üzerine yapışabilir mi?
***
Bugünkü muhalefet partilerinin iktidara geldiklerinde FETÖ’cüleri hapisten çıkarmayı isteyeceklerini iddia etmek ise bir balonu üfleyip havaya bırakmaya benziyor. “Öcalan’ı hapisten çıkaracaklar” iddiası da öteki kadar mantık dışı. Niyeti veya isteği bırakın, buna kim cesaret edebilir bu ülkede? Daha önce Öcalan’la bir dönem masaya oturulup pazarlıklar yapıldığında gündeme gelmişti bu konu. O zaman bile yapılamadı.
Aslına bakarsanız, muhalefet blokunu sürekli HDP ile işbirliği yapmakla, PKK terörüne ses çıkarmamakla suçlayanlar ne bölücü siyaset ne de terör konusunda gerçekten hassasiyet taşıyor değiller. Yalnızca iktidar seçmeninin -ülkede her ne olursa olsun- kendi partisini bırakıp muhalefet partilerine yönelmesini engellemek için akıllarına ikna edici bir gerekçe gelmediğinden bu iddiayı ısıtıp duruyorlar.
İlginç de bir mantığı var bu iddianın: “İktidar blokunda yer almama ortak paydasında HDP ile buluşan” partilerin hepsi bu partiyle ittifak yapmış kabul ediliyor. Ama tabii bu yapının vaktiyle iktidar partisinin “çözüm ortağı” olduğu gözden uzak tutuluyor. Ne de olsa propaganda makinasıyla çalışan -ama geniş seçmen tabanını temsil ettiğine inanılmak istenen- dar bir çevre PKK ile masaya oturulduğunda da yapılanı onaylıyor, HDP kapatılsın denildiğinde de tereddütsüz destek veriyor… Fark etmiyor ne yapıldığı…
Sözgelimi “HDP seçmeni” İstanbul’da Binali Yıldırım’ı desteklesin diye Öcalan’a mektup yazdırılmasına içerlemiyorlar. “HDP seçmeni” rakip adaya oy verdiğinde ise “Ekrem İmamoğlu HDP desteğiyle seçildi” diye kızıyorlar. Çünkü mesele bu kesim için “bizimkilerin” iktidarının her ne suretle olursa olsun devam etmesi, bunun ne şekilde olduğu önemli değil. HDP ile koalisyon kurarak da olabilir, bu partiyi kapatarak da olabilir.
Mamafih bu tür ilkesiz yaklaşımlar kamuoyunda olduğu kadar iktidar partilerinin geniş seçmen tabanında da sabırları zorlayan bir hal almış durumda. Anketler ortada. “Biz gidersek… onlar gelirse…” diye kulaklara karanlık senaryolar fısıldayarak geri döndürmek imkânsız bu gidişatı…
Kaldı ki bir siyasi partinin iktidara geldiği -veya bir dönem daha iş başında kaldığı- takdirde neler yapacağını anlatarak seçmenden oy istemesi beklenir. Bunun yerine başkaları iş başına gelirse bunların ne yapacaklarını anlatmayı ve kendi tabanını korkutarak oy istemeyi tercih eden bir siyasi hareketin çok ciddi sorunları var demektir. Özgüven yetersizliği, vizyon eksikliği, toplumdan kopukluk, politika üretme zaafı… Kötü alametler…