Yapılan zulüm kâr kalmıyor diyebilmek
Asıl mesele bu. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmıyor diyebilmek; hiç olmazsa geç de olsa adalet tecelli ediyor diyebilmek. Ergenekon yargılamaları hakkında Yargıtay’ın verdiği son karar insanlarda bu duyguyu uyandırabilmişse bu da bir tesellidir. Gerçi diyebilirsiniz ki Türk yargısı son dönemde hemen hiçbir konuda iyi sınav veremedi. Siyasetin gölgesinde, iktidarın ve birtakım iktidar odaklarının dümen suyunda siyasi operasyonlara alet oldu hep… Yargı bağımsız değil evrensel anlamda, doğru ama bizim yargıçlarımızdaki hukuk duygusu eksikliği çok daha önemli bir sorun. Bunu yalnızca yargı sınıfını eleştirmek için söylemiyorum. Çünkü onlar da bu toplumun bir parçası. Toplumun hukuk beklentisi hangi ölçüdeyse hukuk adamlarının coşkusu ve performansı da aynı ölçüde olur.
Ne var ki Ergenekon yargılamaları sırasında ne yargı bağımsızlığı ne adil yargılama konusunda gereken hassasiyet çoğu kimsenin aklına gelmemişse bu büyük ölçüde yargının hep siyasete bağımlı görülmesinden dolayıdır. Yani vaktiyle oy verdikleri partileri kapatan, oy verdikleri insanların cumhurbaşkanı olmasına engel olmak için 367 rezilliğini hukuk kılıfına sokabilen bir yargı düzeni hatırası bilahare Ergenekon sürecinde işlenen hukuk cinayetlerinin masum bir rövanş girişimi olarak algılanmasına yardım etti belki.
Bu yüzden o günlerde bu mahallede ancak bir avuç insan “kurunun yanında yaş da yanmasın” gibi metaforlar kurarak veya “bir topluluğa olan kızgınlığınız sizi zulme sevk etmesin” gibi ilahi buyrukları hatırlatarak uyarılarda bulunuyordu. Tutuklu yargılama uygulamasının “peşin cezalandırma”ya dönüştürülmesinin sakıncalarına dikkat çekiliyordu. Hatta bazı elektronik deliller ve gizli tanık ifadeleri gibi kuşkulara yol açmaya başlayan hususlar dile getiriliyordu.
Bu uyarılara kulak veren olmadı. Çünkü toplumun TSK içindeki darbe girişimlerine karışanların ortaya çıkarılmasına ve cezalandırılmasına dair ümit ve beklentileri vardı. Ancak “devlet içinde devlet” gibi fonksiyon gösteren bu yapıların tasfiyesi için harekete geçen bazı emniyet ve yargı mensupları yine devlet içinde devlet olma gayreti içindeki başka bir yapıya bağlı olarak faaliyet gösteriyorlardı. Bazılarımızın bu gerçeğin farkına varması zaman almışsa bu biraz da söz konusu operasyonların toplumda uyandırdığı ümit ve beklentiler yüzündendi.
Demek istediğim, Ergenekon yargılamalarında yapılan yanlışları deşifre etmek, kurunun yanında yaşın da yanmasına engel olabilmek kolay değildi. Ciddi riskleri vardı bu türden gayretlerin. Bilhassa belli bir mahallede… Yine de birçok duyarlı kalem konuya ilişkin itirazlarını ve uyarılarını dile getirmekten geri durmadı. Önce 7 Şubat, daha sonra 17-25 Aralık operasyonlarına maruz kalan siyasi iktidarın gözünün geç de olsa açılmasında bu ikazların da payı olmuş olmalıdır.
Sadece iktidar kanadına değil, o günlerde iktidarın himayesinde züccaciye dükkânına girmiş fil gibi davranan Cemaat’e de doğrudan uyarılarda bulunuldu. Söz gelimi, Hanefi Avcı’nın tutuklanması olayı hakkındaki kamuoyu kanaatinin “Emniyet teşkilatındaki Cemaat örgütlenmesi aleyhinde kitap yazdığı için bir intikam operasyonuna maruz kalan polis müdürü” şeklinde olduğunu yazdım ben; “Bu algı hem emniyet, hem yargı hem de Cemaat adına kaygı uyandırmalıdır” uyarısını yaptım.
Yine o sıralarda yazdığım bir yazıda şu uyarıları dile getirmiştim: “Ahmet Şık’ın ve Nedim Şener’in Ergenekon bağlantılı karanlık faaliyetler içinde olduklarına ihtimal veren pek kimse yok. Tıpkı Hanefi Avcı’ya yönelik suçlamaların toplum vicdanında kabul görmemesi gibi. (…) Aynı şekilde Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümüyle ilgili soruşturma kapsamında NTV’de çalışan meslektaşlarımızın ‘o helikopteri düşürmekle’ suçlanması işin ciddiyetine gölge düşürecek bir girişim. Hiç kimse bunun farkında değil mi acaba? (…) Türkiye’de medyanın işleyişi çok problemli. Ama buna rağmen bu ülkede demokratik bir rejimin kök salmasını arzu ediyorsak basın özgürlüğünden taviz veremeyiz. Çünkü bir ülkenin demokratik niteliği basının ne kadar özgür olduğuna bakılarak anlaşılır. Hiç kimseye buranın ‘özel şartları olduğunu’ anlatamazsınız.”
Bugün dönüp bakıldığında o günlerde olup bitenler veya yazılıp çizilenler hiç değilse kısmen bugünün de problemleri olmaya devam ediyor gibi görünüyor benim gözüme. Bunu da ifade etmiş olayım.