Yetenek ekonomisi

Yazar dostum Hakan Paksoy, telefon edip televizyonu açmamı söyledi.

Teke Tek programında Fatih Altaylı genç bir bilim adamıyla, Chicago Üniversitesi Ekonomi Bölümü hocalarından Prof. Dr. Ufuk Akçiğit ile konuşuyordu. Program kaydı şurada: https://bit.ly/3kQVWAO Türkiye’nin bilim ve teknolojideki, dolayısıyla dünyadaki yerini ve nasıl güçleneceğini merak ediyorsanız, Ufuk Akçiğit’in https:// www.artnotlari. com/ adresindeki bloğunda da ulaşıp takip edebilirsiniz.

Pardon. Edebilirsiniz değil, seyredebilirsiniz değil, benim küçük aklımca mutlaka etmeli ve seyretmelisiniz.

ÜLKELER İÇİN ÖLÜM-KALIM

İktisatçı Akçiğit, Koç Üniversitesi’nden lisans, MIT’den doktora alıp iktisadın zirve merkezlerinden Chicago’da karar kılmış. Ekonomiyi kıt kaynakların kullanılma bilimi diye tarif ederler. Akçiğit’in ele aldığı kıt kaynak insan sermayesi. Ülke insan sermayesini verimli kullanabiliyor mu? En zeki ve kabiliyetli çocuklarını en üst bilim ve teknoloji seviyesinde işe yaratabiliyor mu? Buna ister ekonomi deyin ister sosyoloji. Konu ülkelerin dünyadaki yeri meselesi.

Televizyon programında bu ana başlığın birçok alt başlığı ele alındı. Ekonomi biliminin projektörü Türk üniversitelerine çevrildi. Artan sayının niteliği nasıl düşürdüğü, bilim yapılan ülkelerde bir bilim adamının hayat döngüsüyle Türkiye’dekinin karşılaştırılması. Üreticiliğin, başarımın hangi yıllarda artıp hangi yıllarda azaldığı… Her biri bilim ve teknoloji geleceğimiz için ölüm kalım meselesi.

Atıf indeksinde adına rastlanmayan rektörlerimizden- ki bunlar ezici çoğunlukta- ve aile şirketi haline gelen aile üniversiteleri üzerinde pek az duruldu; acı gülümsemelerle. Bu Türkiye nasıl yükselir sorusunun değil nasıl batırılır sorusunun cevaplarıydı muhakkak.

Başka ülkelerde hocaların maaşlarının başarılarına göre tayin edildiği, bu ilkeyle hareket edildiğinde mesela daha düşük akademik rütbeli bir hocanın, bir profesörden daha fazla, hatta birkaç kat fazla maaş alabileceği konuşuldu. Türkiye’de ünvanlar alındıktan sonra yayın sayısının azaldığı da ortaya serildi. Prof. Akçiğit’in çizdiği yayın ve verim grafikleri önce yükseliyor, sonra, günümüz moda tabiriyle “pik” yapıp ardından inişe geçiyor.

İLETİŞİM, İLETİŞİM, İLETİŞİM

Benim burada ele almak istediğim Prof. Akçiğit’in defalarca tekrarladığı, bilimin yükselmesinde iletişimin rolü. En basitinden, birinci sınıf bilim adamlarını kadrosuna katma becerisini gösteren büyük ve gelenekli üniversitelerde, doktora öğrencilerinin bu zirvelerle devamlı iletişimi.

Türkiye’deki bilim adamlarının uluslararası kongrelere gitme sıklığı ile bilimde gelişmiş ülkelerinkini karşılaştırması. Başka türlü söyleyeyim: Sizin bilim adamlarınızın dünyadaki birinci sınıf bilim adamları ve merkezlerle iletişimi. Bu konuda fazla bir ölçüp biçmeye gerek yok. Bizimkiler gidemiyor. Gelişmiş ülkelerde bilim adamları her yıl düzinelerce defa uluslararası toplantılara gidiyor. Hani Mevlevilikteki bir ayağı merkeze basarken diğer ayağının dünyayı dolaşması gibi. Bu toplantıların dönüşlerinde gözlenir bir verim artışı var. Akçiğit, Türkiye’de yurt dışına gidişin bir ödül ve turistik amaçlı gezi gibi görüldüğünü söyledi. Karşılaştıralım diye başladı ama pek karşılaştırılacak bir hal yoktu.

İletişim! Bilgiyi de bilimi de süren motor iletişim.

ABD SOVYETLER’İ NASIL ÇÖKERTTİ?

Bugün hayatımızın ayrılmaz bir parçası olan İntenet’in tam da bu gayeyle kurulduğunu biliyor musunuz? Bilim adamlarının birbiriyle iletişimi için.

Geçen asrın ortasına gidelim. İnternet’in başlangıcına. O sırada adı DARPA Net (Defense Advanced Research Projects Agency) Savunma İleri Araştırma Projeleri Ajansı’nın ağı; DARPANET veya ARPANET. Sovyetler Birliği’yle giriştiği harp teknolojisi yarışında ABD’yi hızlanmdırak için tasarlanan ağ. Üniversitelerin içindeki bilgisayar ağlarının bir birine bağlayan, ağların ağı. Bunun için İnternet deniyor. Nasıl “international- enternasyonal” uluslararası demekse, İnternet de netler, yani ağlar arası demek.

Şehir efsanesi İnternet’in bir mesajı birden fazla yoldan gönderebilme özelliğinden ötürü, bir nükleer saldırı bağlantıların çoğunu tahrip etse de yine de mesajı gönderebilecek bir yapı olduğu için kurulduğunu anlatır. Bu gerçek değil efsanedir. Gerçek, bilim adamlarının, araştırmalarındaki ilerlemeleri günü gününe bir birlerine iletmelerinin sağlanmasıdır. Bu verimi, araştırmanın hedefe varma hızının arttıracaktır. Neydi hedef? ABD’nin bilim ve teknoloji yarışında, Sovyetler Birliği’ne fark atması. Bunun çalışması üniversitelerde yürüyor. Başka nerede yürüyecek? Ve ARPANET, 1969 yılında, ilk adımda Kaliforniya Üniversitesi Los Angeles yerleşkesini, Stanford Araştırma Enstitüsü’nü, Kaliforniya Üniversitesi Santa Barbara yerleşkesini ve Utah Üniversitesi’ni bir birine bağladı. Başlangıçta dört üniversite. Arkadan hızla ABD’nin Doğu sahilindeki üniversiteler, MIT, Harvard ve diğerleri devreye girdi.

Ve hedefe varıldı. Sovyetler havlu attı, çöktü. Çöküşün bir sebebi kendi içindeki açmazlarsa ikinci sebebi de rakibinin bilim ve teknolojide ona tur bindirmesiydi.

Biz nerdeyiz? Üniversitelerimiz nerede? Öldüren veya onduran bu sorunun cevabıdır.

YORUMLAR (13)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.