Güvenlikçi Milliyetçi siyasetin raf ömrü var mı?

Dünyanın her yerinde öyledir, Türkiye’de de öyle: İnsanların çoğunluğu seçimlerde istikrara, huzura ve ümide oy verirler.

Ak Parti açısından 7 Haziran 2015’te yüzde 42 oy oranına düşmek ve tek başına iktidarı kaybetmek çok kritik bir dönüşümün kapısını açtı.

Ak Parti, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bastırmasıyla bir hükümet kurulmasını engelledi; bu arada Türkiye’de zaten artık ölmüş ama henüz cenazesi kaldırılmamış olan “çözüm süreci” resmen sona erdi ve bir yandan PKK, bir yandan da DEAŞ terörü başladı.

Bir yanda terör, bir yanda tek parti iktidarının sona erme olasılığı, seçmen Kasımda tercihini istikrardan ve huzurdan yana kullandı; Ak Parti yeniden yüzde 50 sınırına yükseldi.

Türkiye, 2015’ten 2016 sonuna kadar feci bir dönem geçirdi. Terör patladı, hendek savaşları, şehirlerde patlayan bombalar ve nihayetinde 15 Temmuz darbe girişimi, halkın huzur ve istikrar beklentisini patlattı, beka endişelerini arttırdı.

2017’deki referandumun da, 2018’deki Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçiminin de ana teması buydu: Huzur ve istikrar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümeti de, Ak Parti de tamamen beka endişelerine hitab etmeye başladı. Bugün “güvenlikçi politikalar” adını verdiğimiz koca paket o dönemde oluştu.

Bu politikalar belki oluştukları dönemin ruhunu yansıtması bakımından doğru ve yerinde siyasi reflekslerdi ama kısa sürede anladık ki bu politikalar bir süreliğine yürürlüğe konmuş şeyler değildi. Bu beka endişeleri ve onlara verilen cevap mahiyetindeki güvenlikçi politikalar esasen Ak Parti-MHP ittifakının ana çimentosunu oluşturdu; Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu koalisyonla yönetmeye başladı, hala aynı politikalarla yönetmeye ve koalisyonunu sürdürmeye devam ediyor.

Gerçek ve güncel bir ihtiyaç sonucu ortaya çıkan güvenlikçi politikalar, zaman içinde kendi kendine kapsamlı bir hikayeye ve neredeyse bir ideolojiye dönüştü. Adı çok önce “Yerli ve milli” diye konan bu ideolojinin bütün ağırlığını hepimiz görüyoruz.

Özellikle Ak Parti ile Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yeni ideolojiye hem çok yatırım yaptılar hem de onu büyük ölçüde benimseyip geliştirdiler ve sonunda hikayeyi, “Bütün dünya Ak Parti’ye ve Erdoğan’a karşı”ya dönüştürdüler.

Hikayenin başlangıcı 2013’ün Mayıs ayındaki Gezi olaylarına getirildi; ilk uluslararası saldırı o zaman başlamıştı anlatıya göre. Onu 17-25 Aralık “darbe girişimi” izlemiş; ardından sinyali “Seni başkan seçtirmeyeceğiz”le verilen yeni PKK ayaklanması Batı tarafından organize edilmiş; hatta araya büyük bir milliyetçilik masalı olarak katılan Rus uçağının düşürülmesi bile bir süre sonra “FETÖ’cü komplo”ya dönüştürülmüştü. Elbette 15Temmuz darbe girişimini de unutmamak gerek.

Darbe girişimi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a arayıp bulamadığı pek çok şeyi birden verdi; bir yandan güvenlikçi politikalar bir nevi “hukukilik” altında geliştirildi, bir yandan da hiç ummadık bir anda başkanlık sisteminin önünün açılmasıyla yep yeni bir kimliğe büründü.

Diyorum ya, 2013 ve 14’te değil ama 2015 ve 16’da sokaktaki insanın beka endişesi vardı ve yürürlüğe sokulan politikalar o endişelere karşılık vermesi bakımından “sahici” idi.

Ama bir süre sonra beka endişesi sona erdi, onun yerine gündelik hayatın sıradan ama hayati endişeleri geldi. İşsizlik henüz bugünkü seviyesinde olmasa da büyük dertti, dolar henüz fırlamamıştı ama ekonomik sıkıntılar o zaman da sıkıntıydı.

Ak Parti ve Erdoğan ise kendi yazdıkları bir efsanenin en büyük inananına dönüşmüşlerdi. 2018’de kur krizi patladığında “dış güçler saldırdı” dediler; sahiden bir dış güç olarak Başkan Trump açıkça saldırıyordu ama halk yine de buna prim vermedi. Oluşturulan “yerli milli” ideolojinin raf ömrünün tükenmekte olduğuna dair ilk işaret buydu.

Erdoğan ve iktidarı, HDP ile PKK’yı özdeşleştirmekle kalmamış, HDP ile uzaktan selamlaşanları bile hain ilan etmeye başlamıştı. 2019 yerel seçimi öncesinde HDP’ye oy vermiş 7 milyon insana “bölücü” dendi. Meral Akşener bu durumla dalga geçip bir mitingine “Bölücüler ve hainler, merhaba” diye başlayınca hükümet sözünden dönmeye çalıştı ama dönemiyordu aslında. Çünkü kendi yarattıkları ideolojiyi fazlasıyla benimsemiş, içselleştirmişlerdi.

Bugün Erdoğan da, Bahçeli de, temel olarak bu ideolojiye yaslanan bir söyleme sahipler. Osman Kavala’yı hapiste tutan da, insanların yıllar önce yazdıkları Tweet’lere dava açan da bu ideoloji. İnsanın akıl sağlığıyla alay eden sonuç ve uygulamaları var bu ideolojinin.

2019’daki yerel seçimde raf ömrünün dolduğu ve kullanışlı olmaktan uzaklaştığı artık açıkça görülen bu ideolojiden vaz geçilmiş veya bunu yumuşatmaya yönelinmiş değil. Lütfü Türkkan’ın milletvekilliğini sona erdirme girişimi, çılgınlığın devam ettiğini gösteren bir belirdi.

Ama bana soracak olursanız, tarihsel olarak kökü olmayan bu yapay ideolojinin sonu geldi artık. Seçimde sadece ona yaslanmak iktidara seçim kaybettirecek.

YORUMLAR (24)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
24 Yorum