‘Primus inter pares’

Bu Latince laf, “eşitler arasında birinci” demek. Ben böyle bir lafın varlığını vakti zamanında Büyük Britanya’nın meşhur Muhafazakar Parti’si hakkında bir okuma yaparken öğrenmiştim. Meğer partinin lideri, parti içinde “eşitler arasında birinci” kabul edilirmiş. Yani diğer milletvekillerinden veya düz parti üyelerinden farkı olmayan, onlarla eşit konumda olan ama partiye liderlik etmesi istenen kişi.

Şimdi Britanya’da o koltukta Liz Truss oturuyor. Düne kadar aynı koltukta oturan Boris Johnson kalktı, bir sıra geriye oturdu. Johnson’un iki yanında, kendisinden önce “eşitler arasında birinci” olan Theresa May var.

Birbirlerine kollarını uzatsalar dokunma mesafesinde parlamentoda oturan bu insanlar, onları sevin sevmeyin bütün dünyaya bir ders veriyorlar aslında. Türkiye’de hayal edilemez bir şey bu: Bir partinin üç lideri aynı parlamentoda yan yana duracaklar, birbirlerine şakalar yapacaklar…

Aslında lafın orijinalinin tarihi Roma İmparatorluğuna kadar gidiyor. Baktığınızda bizde mesela Anayasa Mahkemesi Başkanı da bir “eşitler arasında birinci”dir. Başkan olarak idari yetkileri ve görevleri elbette var ama mahkeme üyesi olarak diğer üyelerden bir üstünlüğü yok. Yani bu “primus inter pares”in Türkiye’de uygulaması hiç yok değil.

Uygulamamız var ama siyaset alanında değil.

Şimdilerde 6 muhalefet partisi bu “eşitler arası birinci” konusunun siyasette de uygulayıp uygulanamayacağına dair bir sınavdan geçiyor.

Malum, kaç oy aldıklarına ve kaç milletvekiline sahip olduklarına bakılmaksızın bu 6 parti o muhalefet masasında eşit konumda oturuyorlar. Bu eşitliği vurgulamak için de toplantılarını hep yuvarlak bir masada gerçekleştiriyorlar.

Şimdilik bu liderler ve partileri eşit. Ama bu 6 lider, önümüzdeki aylarda içlerinden bir kişiyi (veya dışarıdan bir kişiyi) “eşitler arasında birinci” olmak üzere seçecekler. Yani bir ortak Cumhurbaşkanı adayı belirleyecekler.

O cumhurbaşkanı adayı, seçime kadar geçecek süre boyunca “eşitler arasında birinci” olacak. Yani, diğer liderlerle eşit bir ilişki sürdürecek; talimat alan veya veren olmayacak, onun yerine geri kalan liderlerle birlikte uzlaşma arayan, ortak nokta arayan konumunda olacak.

Eğer o kişi, bir de yüzde 50’nin üzerinde oy alıp Cumhurbaşkanı seçilirse, bu “eşitler arasında birinci” konumunu sürdürmesi istenecek. Yani hep diğer liderlerle istişare halinde olacak, hep oy birliğine dayalı uzlaşmalar yaratmaya çalışacak, hep ortak aklı temsil edecek ama elbette kendine göre bir ağırlığı da olacak kişiyi.

Bu konumu, özellikle onun başkanlık sistemi altında icrai yetkiler kullandığı dönemde daha fazla öne çıkacak. Fakat Cumhurbaşkanı’nın konumu kadar önemlisi, o masada oturmaya devam eden siyasi partiler de, en azından masanın etrafındayken kimin kaç oy aldığına bakılmaksızın eşit kabul edilmeye devam edilecekler.

Geçen akşam Ankara’da bir grup gazeteciyle bir araya gelen Deva lideri Ali Babacan bunu gayet net biçimde anlatmış, başka türlüsünün kabul edilemez olduğunu ima ederek üstelik.

Bilmiyorum muhalefetin 6’lı masasının neyi nasıl yapacağını belirleyen bir iç işleyiş tüzüğü vs var mı ama yoksa da o tüzüğün ağır ağır oluşmakta olduğu, ihtiyaca binaen yeni yeni kuralların (yine uzlaşma yoluyla) konmaya devam ettiği anlaşılıyor. İşte bu mutlak eşitlik meselesi de onlardan biri. Bu kuralın geçerli olması durumunda o masadan çıkacak ortak adayın “ eşitler arasında birinci” olması ise bana göre mantıken bu eşitlik kuralının tamamlayıcı parçası (mütemmim cüzü) zaten.

Şunu görelim: Türkiye, pek çok bakımdan dünyaya yeni bir örnek yaratan bir seçime doğru gidiyor.

Bir tarafta partisinin içinden doğan “ortak akıl”ı giderek daha az ve daha az kullanan, her şey hakkında son sözü söyleyen ve sözünün üstüne konuşulamayan bir lider etrafında kümelenen “Cumhur İttifakı”…

Öteki tarafta kollektif akla dayanan, bununla yetinmeyip kollektif yönetim becerisi göstermek isteyen muhalefet.

Bizde bugün muhalefetin yaptığına benzer bir denemeyi zamanında CHP’de İsmet Paşa’yı kurultayda yenen Bülent Ecevit ve arkadaşları gerçekleştirmişti. Ecevit hareketi bir kadro hareketiydi ve bu kadro içinde Bülent Ecevit “eşitler arasında birinci”ydi. Zaman içinde bu denge bozuldu, Ecevit’in liderliği öne çıktı, kollektif yönetim de giderek aşındı. CHP de iktidardan uzaklaştı.

Aynı şeyi Tayyip Erdoğan için de söylemek mümkün. Ak Parti kurulduğunda Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi isimler başta olmak üzere bir kadronun “eşitler arasında birinci” ismiydi. Ama zamanla Erdoğan liderliği öne çıktı, kadro dağıldı. İktidarı sürdürüyor olmak Erdoğan’ı partisi içinde tartışmasız kılıyor ama ayağı tökezlemeyegörsün, Ak Parti içindeki “hizip”ler de ortaya çıkıverir.

Bakalım muhalefetin şimdiki “eşitler arasında birinci” denemesinin “birinci”si kim olacak ve bu tecrübe nasıl ilerleyecek?

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum