Yer yüzünde hayat nasıl başlamış olabilir?

Bu konuya iki hafta önce, “Hayat nedir” sorusuyla başladık ve bu sorunun üzerinde herkesin anlaştığı bir cevabının olmadığını gördük.

Organik ile inorganik olanı kolayca birbirinden ayırt edebiliyoruz ama organik olanların neden ve nasıl organik olduklarını bilmiyoruz.

“Abiogenesis” adı verilen bir bilim disiplini var. Türkçe’ye nedense “Abiyogenez” diye çevirmişler; çevirmemişler de İngilizce’deki okunuşu Türkçe yazmak istemişler.

“Abiogenesis” biyolojik ortaya çıkış, biyolojik yaradılış gibi anlamlara geliyor. Yaşamın biyolojik kökenlerini arayan bir disiplin; biyolojiden kimyaya, genetikten nükleer fiziğe pek çok disiplinden insan bu alandaki araştırmalara katılabiliyor.

Cevabını aradıkları soru belli: “Hayat” dediğimiz şey, nasıl başladı?

Tabii sonuçlardan hareket ediliyor. Dünyada yaşıyoruz ve bir hayli zengin bir hayat var etrafımızda. DNA’sı bile olmayan virüslerden tutun da son derece karmaşık çok hücreli yüzlerce “organ”ı bir arada çalıştıran süper organizma diyeceğim insan gibi canlılara kadar, çok çeşitli ve zengin bir hayat var dünyada.

Peki bu hayat nasıl oldu da dünyada başladı, tabii kaçınılmaz olarak bir de neden dünyada başladı?

Dünyamızın bundan 4,5 milyar yıl önce bir “ateş topu” olarak ortaya çıktığını biliyoruz. Geçen hafta ilk atomları, ilk yıldızları anlattım. Dünyamızı (ve bizi) meydana getiren atomlar daha önce bir başka yıldızın (belki birden fazla kez yıldızın) patlaması sonrası uzaya saçılan materyaller olmalı. Öyle ya, dünyamızda en ağır atomları bile bulabiliyoruz. Bu atomların ancak süpernova patlamalarıyla meydana geleceğini biliyoruz.

Bir dev yıldızın patlaması gibi son derece vahşi bir ortamdan sonra arta kalan materyal, kütle çekiminin etkisiyle bir araya gelmeye başlıyor, en fazla kütleyi güneş kendine çekiyor, geri kalanlar da gezegenleri oluşturuyor. Dünyamız o gezegenlerden biri olarak 4,5 milyar yıl önce oluşuyor.

Sonra büyük bir hızla soğumaya başlıyor. Yer kabuğu oluşuyor. Aradan milyonlarca yıl geçiyor; bugün Quebec diye bildiğimiz Kanada şehrinin yakınlarında bulunan fosil kayıtlarına bakılacak olursa, bundan 4,28 milyar yılla 3,77 milyar yıl önce yaşadığını düşündüğümüz ilk mikro organizmalar oluşmaya başlıyor. Bugün insanlığın elindeki en tartışmasız kanıt, yeryüzünde bizim saptayabildiğimiz en eski hayatın bundan 3,5 milyar yıl önce olduğunu söylüyor.

Bu ilk hayat örnekleri elbette mikroorganizmalardı; daha önceye ait tek hücreli bir hayat vardıysa bile onu biz bilmiyoruz, bir fosil bulunmuş değil.

Peki nasıl başlamış olabilir bu hayat?

1952 yılında Amerika’daki Chicago Üniversitesi’nden Stanley Miller ve Harold Urey adlı iki bilimci o çok ünlü deneylerini yapıyorlar; bir takım inorganik atomlardan organik hayat ortaya çıkarmayı başarıyorlar. Yani, yapay yollarla bir hayat başlatıyorlar.

Bu, hayatın nasıl başladığına dair kimyacıların verdiği cevap.

Ama aynı cevabı arayan bir de genetikçiler var. Onların hesabına göre toplamda 355 tane gen dünyadaki bütün hayat için ortak. Bakteriyle insanı, yılanla fili, çam ağacıyla ardıç kuşunu ortak kılan bu 355 geni geriye doğru taramaya ve dünyadaki bütün hayatın ortak atasını bulmaya çalışıyorlar.

Yer yüzünde hayatın ilk aminoasitlerden ilk RNA’ya, oradan hücreye ve derken çok hücreli yapılara ve nihayetinde devasa canlılara, kendi aklıyla bütün bu ilişkileri çözmeye çalışan insana kadar nasıl evrildiğini izah eden son derece ayrıntılı teorilerimiz var. Bunlar dinamik teoriler, yeni bilgiler ve bulgular ışığında sürekli güncelleniyorlar, yenileniyorlar. Ama bugüne kadar hayatın böyle evrimleşerek geliştiğini söyleyen en temel yol haritası olan teoriyi değiştirmeyi gerektirecek bir bulgu elde edilmedi.

Dünya üzerindeki hayatın tek bir ortak atası olmayabilir ama birkaç on milyon yıllık bir pencere içinde birbirine benzeyen “hayat” formları ortaya çıkmış olabilir.

Hayatın kökenine gittiğimizde bazı temel molekülleri ve ardından da ortaya çıkan proteinleri görüyoruz.

En başa geri döneyim: O moleküller farklı atomların bir araya gelmesiyle oluşuyor. Molekülü oluşturan temel mekanizma, atomun sahip olduğu elektron sayısıyla ilgili. İki veya daha fazla atom elektronlarını paylaşarak bir araya geliyor ve molekülü oluşturuyor.

Atomun veya molekülün “cansız” olduğunu söyleyebiliyor muyuz? İçlerinde çok yüksek enerjiler barındırıyor atomlar ve dışarıya da sürekli enerji veriyorlar. Baktığınızda sürekli hareket eden bir şey atom ve molekül.

Biz insanlar, akıllı ve bilinçli canlılar olduğumuz için sürekli etrafımızdaki dünyayı, evreni, doğayı anlamlandırmaya çalışıyoruz. Çok uzun süre dünyanın ve evrenin sadece bizim için yaratıldığına inandık. Hala içimizde buna inananlar var.

Zaman içinde başka canlılarla pek çok ortak noktamız olduğunu gördük. Son olarak insanın sadece insan olmadığını, vücudumuzda yaşayan trilyonlarca bakteri ve mikropla birlikte bir “süper organizma” olduğumuzu öğrendik.

Gelin haftaya bu konuya biraz daha devam edelim.

YORUMLAR (124)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
124 Yorum