Amaçlar araçları her zaman mubah kılmaz
Bir ülkenin döviz gelirleri döviz giderlerinden fazlaysa dış ödemeler dengesi fazla verir.
2019 yılının bilhassa ikinci döneminde Türkiye cari fazla vermiştir. Giderler fazla ve gelirler azsa bu defa cari açık oluşur. Birkaç kriz yılı hariç Türkiye hep cari açık veren bir ülke olmuştur.
Cari açık verilince ya yabancılardan borç alınıp bu cari açık kapatılır ya da bu cari açık, mevcut döviz rezervlerinden ödenir.
Cari açık rezervlerden ödenirse, ülkenin, uluslararası rezervleri azalır; borç alınarak ödenirse ülkenin dış borçları artar.
Bu yılın ilk altı ayında Türkiye 20 (yirmi) milyar dolar cari açık verdi; oluşan bu açık, şartları makul dış borç temin edilemediği için rezervlerden ödendi.
Temmuz ayı iyi gitmekle beraber cari açık devam ediyor. Bu yüzden yılbaşında 124 milyar dolar olan uluslararası rezervler 30 milyar dolar azaldı. Yani bu otuz milyar dolar artık yabancıların hesabında.
Rezerv azalışlarının kur artışına sebebiyet vereceğini tahmin eden vatandaşlar da, ayrıca, yirmi beş milyar dolar satın aldılar.
Gidişatın cari açığı, cari açığın rezerv azalışlarını ve rezerv azalışlarının kurları sıçratacağını herkes biliyordu.
Türkiye 2020 yılının ilk altı ayında yaşadığı bu deneyimin aynısını, yılın ikinci yarısında tekrarlayamaz; tekrarlarsa tıkanır ve donar.
BU GİDİŞAT SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİL
Salgın başlayınca, bu köşede, hükümete tavsiye niteliğinde “Savruk ve odaksız tedbirler - 21 Mart” ve “ Ey hükümet para olup gökten yağ - 26 Mart” başlıklı iki yazı yayınladım.
Doğrusu bu yazılarımda yer alan önerilerin büyük çoğunluğu, sonuç olarak, belirli ölçülerde hayata geçti. Konut kredilerinin kamu bankaları tarafından desteklenmesi benim önermediğim etkisi ve katkısı gayet olumlu olan kararlar da alındı.
Fakat öyle büyük üç büyük hata yapıldı ki…
Birincisi bankalar, aktif rasyosu tehdidiyle, istemedikleri tutarda ve istemedikleri şartlarda kredi vermeye zorlandı. Zaten ikinci derece sorunlu kredi oranları yüksek olan bankaların finansal yapısının bu zoraki kredilerle biraz daha bozulması kaçınılmaz görünüyor.
Hâlbuki önerilerimiz arasında yer alan “KGF’de üst tazmin sınırının %15’e yükseltilmesi” uygulamaya alınsaydı hem bankalar rızaen kredi vermek için çalışacaklardı hem de finansal yapıları risklere maruz kalmayacaktı.
Sonuçta bütçe açığı artmaya başlayan, cari açığı yüksek bir ülkeydik. Şimdi de bankacılık sektörünün finansal yapısı şüpheli hale geldi.
İkincisi döviz kurları artmasın diye, TCMB, bankaların kendisine emanete bıraktıkları döviz rezervlerinin önemli bir kısmını sattı. Satmamalıydı.
Üçüncüsü başta otomotiv olmak üzere ithalatı artırıcı kararlar alındı. Bu yıl otomotiv satışları 750.000’e çıkacak. Çıkmamalıydı.
Bu üç yanlış en az on iki doğruyu siler ve ekonomi yönetimine bunun bedelini ödetir, zaman içinde.
Ekonomi yönetiminin iş yapma tarzını açıklamaya çalıştığım bu örnekte yabancı yok, saldırı yok ve “başarı” da yok.
Rezerv azalışları ve kur artışları sonrası yapılan “yabancıların Türkiye ekonomisine saldırısı” edebiyatından herkes gına geldi.
Ekonomi yönetiminin yaptığı bariz yanlışlar, yabancıların bir şey yapmasına gerek bırakmıyor.
Eleştirmekten bile bıktık.
Doğru amaçlarla işe başlıyor fakat süreç içinde yoldan çıkıp başlarını belaya sokuyorlar. Bunun sebebi ya karar vericilerin toplam müktesebatı yetersiz; ya da ekonomi, bilgi ve verilerle değil mistik inanışlarla yönetiliyor olabilir.
Sonuçlar ortada: Yirmi milyar dolar cari açık, sıçrayan kurlar, sıçrayan faizler vs. vs. Faizleri Perşembe irdeleyeceğiz.
Cari açık sorununu çözemeyen Türkiye’nin işsizlik, enflasyon, büyüme ve gelir adaletsizliğini çözmesi mümkün değil.
Tekrar vurgulayalım “Cari Açık Türkiye için bütün kötülüklerin anasıdır.” Cari açığı artıran her şey bu ülkeye kötülük, müsebbipleri de beladır.
Son söz olarak, kamuoyunda, uygulanan ekonomik politikalar hakkında iyimser beklentiler tükeniyor; eğer bu gözlemim doğruysa, altı aylık süre içinde, parasal genişlemeden sağlanan bütün yararları aşan zararların ortaya çıkması ve yönetimin zor duruma düşmesi kaçınılmaz görünüyor.