“Emeklilerimizi enflasyona ezdirmeyeceğiz”
Fakat bir noktadan itibaren işler tersine döndü, yani kur artış oranları enflasyon oranından daha yüksek olunca, “enflasyon oranı kadar maaşlara zam yapmak” yeterli olmamaya başladı.
Bu yazıda gerçek bir emeklinin maaş ekstresi, yapılan maaş zamları ve satın alma gücünde, 2015’ten Kasım 2021’e kadar geçen sürede, meydana gelen değişimi irdeleyeceğiz.
2015 Ocak ayında bu emeklimiz 1.552 TL maaş alıyordu ve bu maaş 663,20 $’a eşitti. Türkiye şartlarında ve emekli maaş ortalamalarına göre, bugünden bakınca 663,20 $ karşılığı TL, fena bir maaş değil gibi görünüyor.
Sonraki yıllar,
2016 1.741 TL yani 576,50 $
2017 1.889 TL yani 498,42 $
2018 2.114 TL yani 554,85 $
2019 2.544 TL yani 476,40 $
2020 2.845 TL yani 482,20 $
2020 3.008 TL yani 439,80 $ (Temmuz)
2021 3.260 TL yani 437,60 $
2021 3.536 TL yani 415,50 $ (Temmuz)
2021 3.556 TL yani 318,90 $ (Kasım)
Özetle 2015 yılında 663,20 $ karşılığı TL maaş alan kişinin maaşı, burası çok önemli, enflasyon oranında maaş zammı almasına rağmen, yani enflasyona ezdirmeme iradesine rağmen, Kasım 2021 maaşı 318,90 $’a düşüyor.
Denilecektir ki hükümet son yıllarda iki bayram ikramiyesi de veriyor. Doğrudur, 2.200/12= 183,33 TL yani 21 dolar maaşlara eklenmelidir.
Maaşlardaki bu aşınmadan dolayı, enflasyon oranındaki artışa ilaveten, hem kamu çalışanlarına hem de emeklilere seyyanen bin TL zam yapılması öneriliyor.
Açıkçası sayıları 20 milyona ulaşan bu kitleye her ay yirmi milyar TL ayıracak bir bütçemiz yok. Borç alarak ya da para basarak bu zamlar karşılanırsa, başka ekonomik sorunlar tetiklenecektir.
Üstelik Sayın Devlet Bahçeli’nin, EYT’lilerle ilgili, hükümete, kamuoyu önünde yaptığı tavsiye de kenarda duruyor ve onun da bütçesi yok.
MAAŞIMIZI DOLARLA ALMIYORUZ FAKAT HARCAMALARIMIZI DOLARLA YAPIYORUZ
Yurtiçinde tükettiğimiz sanayi ürünleri içinde, ithal ürünlerin, doğrudan ya da dolaylı payının %65’ler civarında olduğunu bu köşede rakamlar vererek anlatmıştık, acaba tarımsal ürünler konusunda ne durumdayız?
Üç ay önce bir sivri biber üreticisinin, malını, iç piyasaya 8 TL’den ve yurtdışına da bir dolardan sattığını ve kurun $ = 8 TL olduğunu varsayalım.
Bugün bir dolar 11,20 TL oldu. Bu üretici malını iç piyasaya mı satar yurt dışına mı?
Eğer yurtiçindekiler de üretilen bibere 11,20 TL ödemeye hazırsa, bu üretici, daha önce yaptığı gibi malının bir kısmını iç pazara gerisini de yurtdışı pazarlara satar.
Yani içeride isterse eser miktarda sivri biber tüketilsin, artık, sivri biberin kilosu 11,20 TL olur.
Salgın öncesi dönemde devlet, üreticiyi korumak için yabancı tarımsal ürünlere gümrük ve fon adı altında sınırlamalar koyardı.
Mesela buğdaya, ton başına 200 $’a kadar koruma sağlanırdı. Ayçiçek yağına da %70’e varan oranda gümrük vergisi koyar ve yerli üreticileri, yabancıların yıkıcı rekabetinden korumaya çalışırdı.
Tüketiciyi koruması gerektiği dönemlerde de bu vergileri düşürür ve ithalatla, yerli üreticilerin, fiyatları fahiş ölçüde artırmasına engel olmaya çalışırdı.
Şimdi bu korumalar çift yönlü olarak bitti.
Çünkü yurtdışındaki tarımsal ürünlerin fiyatı da %100’lere ulaşan oranlarda arttı. Yani hükümetin, yurtdışından mal ithal ederek yurtiçindeki üreticiyi “terbiye etme” imkânı kalmadı.
Hükümetin elinde, kullanabileceği tek silah, kurların artmasını engelleyecek para politikaları kalmıştı
Peki, hükümet ne yaptı?
Hükümet tam tersi etkiler oluşturacak bir hamle yaptı, faizleri düşürerek kurların yükselmesine sebep oldu yani silahını artan fiyatlara doğrultacağına, sabit gelirlilerin üstüne boşalttı, tabir caizse.
Ak Parti farkında mıdır bilmiyoruz fakat bu politikalarla, geçmişte yığınlar nezdindeki cazibesini her geçen gün kaybediyor; oluşturduğu olumlu etkinin ışıltısı her geçen gün kararıyor.
Aile reisleri, kendilerini, aileleri nezdinde mahcup edenleri hiç ama hiç unutmazlar.