Seçimi kazanma politikaları
Ekonomi yönetimi, uygulama ve politikalarıyla ilgili yapılan eleştiri ve önerilerden niçin etkilenmiyor? Acaba etkileniyor da, etkilenmiyor mu gözüküyor, bilmiyoruz.
Oluşan bütün politik tutarsızlıkların temelinde, tarihin hiçbir döneminde ve gelişmiş hiçbir ülkede, daha önce öne sürülmemiş bir önerme yatıyor: “Faiz sebep enflasyon neticedir, faizler düşerse enflasyon düşer.”
Bu önermenin tartışılmazlığı, partinin lideri tarafından, kutsallık seviyesine yükseltilince; ekonomiyi yöneten ekip de bu önermeye dokunmaksızın işleri yürütmeye çalışıyor.
Ekonomide oluşan bir dengesizliği gidermek için alınan her tedbir, ters teperek, daha fazla dengesizlik noktaları oluşturuyor. Sebebini de herkes biliyor.
Bu dengesizlikler, bir noktaya yama yaparken başka birkaç noktanın çatlaması anlamına geliyor. Böyle giderse, süreç, yama tutamayacak noktaya gelinceye kadar devam edecek.
Türkiye kapitalist, dünyaya açık ve serbest sermaye hareketlerinin en kolay yapıldığı ekonomilerden biridir; böyle bir ekonomide, parasal piyasalarda en önemli dengeleyici faiz/kâr payı oranlarıdır.
Yüksek faize karşı olduğunu iddia eden Ak Parti yönetimi, pay piyasalarının gelişmesi için iyi bir mevzuat oluşturdu fakat benzeri başarıyı uygulamada gösterememiştir.
Sonuçta Türkiye sabit getirili ürünlere mahkûm olmuştur.
Türkiye’de pay piyasalarının, finansal varlıklar içindeki payı en çok %7’ye kadar yükselebilmiş; %93’ü sabit getirili kredi, tahvil, sukuktan oluşmuştur.
Bunun sonucu olarak her imkân bankalara tanınmış ve her başarı bankaların vereceği kredilerden umulmuştur.
Fakat bu düzeneğin kaymağını yiyenler, bunu çökertmeyi göze alamaz; Brunson krizi ertesinde ve Naci Ağbal’ın göreve başladığı dönemde içilen “acı ilaç” benzeri bir politika zorunlu ve içilecektir; bilinmeyen ve muğlak kalan tek olgu, bu acı ilacın ne zaman içileceğidir.
ENFLASYON VE KREDİ İLİŞKİSİ
Aklımda iki soruyu evirip çeviriyor, bu sorulara cevap bulmaya ve geleceği tahmin etmeye çalışıyorum.
Birinci soru: Kredilerin sadece %21 arttığı bir yılda nasıl oluyor da TÜFE %36 ve ÜFE %80 artabildi?
İkinci Soru: Üç ay içinde döviz kurları %50 artmasına rağmen nasıl oluyor da ithalat bu kadar çok artabiliyor?
Cevap: Ekonomi yönetiminin davranışları, dolaysıyla ekonominin geleceği öngörülemediği için.
Reel sektör firmaları ve onların tedarikçisi ithalatçılar “öngörülemeyen gelecek” ortamlarında kendi iş ve işlemlerini, sürdürülebilirliklerini ve korunma tedbirlerini kendileri almaya çalışır.
Sattıkları malları üretmek ve verdikleri fiyatı tutturabilmek için buldukları her finansal imkânla girdi temin etmeye çalışırlar.
Bu rasyonel davranış, toplumun her alanına çok hızlı bir şekilde yayılır: Gayrimenkul, otomobil ve eşya alımları bu psikolojinin göstergesidir.
İktisadi faaliyetlerdeki hacimsel artışları izlediğim bazı veriler var, mesela EFT ve havale artış oran ve hacmi, kredi kartı harcama oran ve hacmi ve tahsil edilen çek hacmi vs. EFT hacmi yıllık %76, kredi kartı son dört aylık artış oranı %70 gibi.
Tüm verilerdeki hacimsel artışlar kredi artış oranlarından çok daha yüksek.
Bu gelişme, enflasyonun, tıpkı 1975- 2002 dönemindeki gibi, kredilerden bağımsız olarak kendi kendini besleyen dinamiklerle hareket ettiğini gösteriyor.
Bazı iktisatçı arkadaşlar, “hükümetin talebine rağmen artmayan krediler acaba, enflasyon artışını frenleyebilir mi” diye umutlanıyorlar.
Baktığım veriler, sadece kısa vade de değil orta vade de enflasyonun kontrolden çıktığını gösteriyor.
Bu yazı yazılırken ocak ayı dış ticaret açığı rakamları açıklandı: 10,4 Milyar $.
Öyle görünüyor ki, Hükümet bu saatten sonra ekonomiyi iyileştirmeye ve daha iyi bir yapı kurmaya değil; seçimi kazandıracak harcama politikalarına odaklanacaktır.
Elveda istikrar.
Böyle dönemler, risk yönetimini iyi yapabilen üretici, nakliyatçı ve tüccarın çok iyi para kazandığı; eş anlı olarak ücretlilerin de her geçen gün biraz daha yoksullaştığı dönemlerdir.
Belki de hükümetin seçim kazanma politikası zengini daha zengin fakiri daha fazla fakirleştirmektir, kimbilir.