Türkiye’nin tasarruf açığı var mı?
Türkiye ekonomisiyle ilgili klişe niteliğinde pek çok yanlış ifade var ve bu klişeler ağızdan ağıza dolaşıp bir süre sonra adeta “nass” haline gelebiliyor; sonuçta ekonomiyle ilgili bu yanlış klişeleri veri olarak kullananlar da tutarsız analiz yapmaktan kurtulamıyor.
Bunlardan en önemlilerinden biri şu cümledir: “Bilindiği gibi Türkiye tasarruf açığı olan bir ülkedir”
Bu basit gibi görünen cümle aslında Türkiye’deki iktisadi anlayışların turnusol kâğıdıdır. “Öğrenilmiş çaresizliğin” bütün unsurlarını içeren bu cümlenin ima ettiği zihniyet doğru çözümlenirse, Türkiye’nin sorunları da doğru kavranabilir.
BDDK verilerine baktığımızda son bir yılda Türk Lirası mevduat/ katılım hesaplarında 500 milyar TL artış olduğunu görüyoruz. Yani 1.050 milyar TL, 1.550 milyar TL’ye yükselmiş.
Dövizdeki artış da on beş milyar USD olmuş.
2018 Temmuz - 2019 döneminde bu artışlar sadece 37 milyar TL ve 13 milyar USD‘dı.
Son yirmi yılda, banka tasarruflarında, bu eşi benzeri olmayan artış oranı ve tutarı nereden gelmiş olabilir?
Türkiye’de gerçek ve tüzel kişilerin bahçelerinden petrol mü fışkırmış veya Ağrı dağının kayaları altına mı dönüşmüş?
Mevduat/katılma hesaplarındaki bu yüksek artışın başlıca sebebinin bankaların verdiği krediler olduğunu geçen yazıda anlatmıştık.
Gerçek ve tüzel kişiler evlerini, arabalarını, arazilerini, işyerlerini, makine ve teçhizatlarını, stoklarında bulunan malları satmış ve hesaplarına yatırmış bekliyorlar.
Bankalar bu satışlardan gelen para için mevduat/katılım hesabı açmış, sonra da bu tutarları müşterilerine kredi olarak kullandırdılar.
Görüldüğü gibi hem mevduat/katılım hesaplarının hem de kredilerin artış tutarları neredeyse aynı.
Malını satıp parasını bankaya yatırmış kişilerİn, bu paranın büyük bir kısmını, pek yakında, harcayacakları neredeyse kesin.
Bu kişiler bu paraları harcamak için piyasaya çıkınca zaten yükselmiş olan fiyatların biraz daha artacağı da şüphesizdir.
Bu harcamaların hem kredileri hem de mevduat/katılım hesaplarını tekrar artıracağı ve enflasyonu beklenmedik seviyelere çıkaracağını da göreceğiz.
Son bir yılda, bankalardaki TL mevduat/katılım hesaplarının artış oranının bir önceki yılın artış oranından on dört kat kadar olduğunu verilerle gösterdik. (37 milyardan 500 milyara) Bu artış oranı enflasyondaki artış oranından da, dövizdeki artış oranınından da çok çok fazladır.
Bir ekonominin gücü gerçek ve tüzel kişilerin alabileceği kredi kadardır, dense, yeridir. Çünkü kredilerin geri ödeme kaynağı elde edilen ücret ve sermaye gelirleridir. Yüksek ücret ödeyebilen ve şirketleri para kazanan ekonomiler kredi borçlarını da rahatlıkla ödeyebilir.
Kredi alabilen/verebilen bir ekonomide kaynak sıkıntısı olmaz. Çünkü krediler aynı zamanda tasarrufların da kaynağı olabilmektedir.
Son on beş yılda kredibilitesi olan ve bankalardan bu kredibilitesi kadar yatırım kredisi veya işletme kredisi talep eden ve alamayan firma yoktur, birkaç istisnai kısa dönem hariç.
Yani bankalar limit tahsis ettikleri hiçbir kredili banka müşterisine “biliyorsunuz Türkiye’nin tasarruf açığı var, bu yüzden size kredi veremiyoruz” demediler.
Kredibilite yetersiz olabilir, fizibilite tutarlı olmayabilir, teminatlar yetersiz kalabilir veya başka ölçülebilir ve objektif engeller olabilir fakat “tasarruflar yetersiz” hiçbir zaman bir gerekçe olmadı.
Demek ki “Türkiye’nin tasarruf açığı” olduğunu iddia eden ifadenin anlatmak istediği olgu, benim ima ettiklerim değil muhtemelen başka bazı gerçekliklerdir.
Bir hane ya da firmanın tasarrufları yapacağı yatırım ve tüketim harcamalarının hepsine yetmiyorsa gider kredi alır ve açığı kapatır. Galiba söz konusu ifadenin anlatmak istediği olgu bu da değil.
Galiba buldum. Türkiye’nin tasarruf açığı var diyenler, aslında, Türkiye’nin dış ödemeler dengesi açığı, yani cari açık var demek istiyorlar.
Yukarıdaki ifadenin yerine “Bilindiği gibi Türkiye’nin cari açık problemi var” dense ve dış ödemeler dengesi istatistikleri delil olarak gösterilse, kimsenin diyeceği bir şey olmaz.
Cari açık üzerinden devam edeceğiz.