Alıp başımızı gidemeyiz...

Zaman zaman yaşadığımız coğrafyadan ve de başımıza gelen belalardan dolayı umutsuzluğa düşen “Alıp başımı bu ülkeden çok uzaklara gitmek istiyorum” diyen insanlarla karşılaşıyorum.

Bazen empati yapıp bu kırgınlıkları, mutsuzlukları anlamaya çalışıyorum. Kolay değil, özellikle son yıllarda yaşadıklarımızı bir film şeridi gibi gözlerimizin önüne getirdiğimizde insanların yüreğini daraltan kasvetli ortamı anlamamak mümkün değil.

Bir tarafımız kanlı bir coğrafya ve emperyal güçler tarafından yürütülen vekalet savaşları yüzünden kelimenin tam anlamıyla bir insanlık dramı yaşanıyor. Bebekler, kadınlar, yaşlılar, kısacası topyekun siviller katlediliyor ve dünya bu vahşeti sadece seyrediyor. Yanı başımızdaki bu acıyı durdurmak için elimizden hiçbir şey gelmiyor, bu yüzden umutsuzluğumuz, mutsuzluğumuz her gün biraz daha artıyor.

Otuz kırk yıldır mücadele ettiğimiz terör canımızı yakmaya devam ediyor, her gün şehitler veriyoruz. Çaresizliğimiz arttıkça mutsuzluğumuz da artıyor.

Hele bir de yıllardır yanı başımızda, devletin kılcal damarlarına kadar sirayet ederek ‘masum insan’ kılığında aramızda dolaşan, bir gece sokaklara çıkıp komşularına, akrabalarına bile silah çeken, ekmeği ve suyuyla beslendiği kendi ülkesinin parlamentosunu bombalayan FETÖ ihanet şebekesi var ki hepsinden beter. İşte bu yüzden mutsuzuz, umutsuzuz.

Ama başımızı alıp gidemeyiz...

Belki ilk kez böylesine bir mutsuzluğu bu kadar yoğun yaşıyoruz. Eminim ki herkesin umutsuz olmak için farklı bir hikayesi ve bir gerekçesi vardır. Bir noktaya kadar belki bunu anlayışla karşılayabiliriz.

Ama her şeye rağmen asla umutsuz olamayız, açıkçası ben umutsuz değilim. Çünkü tarih bize bir gerçeklik sunuyor, maalesef dünyanın en zor coğrafyasında yaşıyoruz. Bir yanımızda kanlı savaşlara sahne olan ve de özgürlüklerin kıt olduğu bir dünya, öbür yanımızda bu coğrafyalarda kirli vekalet savaşları yürüten Batı dünyası.

Bu toplum tarih boyunca her iki dünya arasında zor zamanlarda var olma mücadelesi vermiş, birbirine kenetlendiğinde her zaman başarı hikayeleri yazmayı başarmış bir toplumdur.

Şimdi de zor bir dönemden geçiyoruz, hem bölgemizdeki ateşi söndürmek, sınırımızdaki ‘terör koridoru’nu önlemek için akıllı hamleler yapacağız, hem de devlete ve millete musallat olan FETÖ ile mücadele edeceğiz. Elbette hiç kolay değil, ama 15 Temmuz gecesi halkın tankların önüne yatarak yazdığı demokrasi destanı Türkiye için büyük bir nimettir.

Çünkü o gece demokrasi adına sembolleşen sivil direniş, milletin kendi iradesi dışında oluşacak nesebi gayri sahih her türlü darbe yönetimlerine de, vesayet yapılarına da izin vermeyeceğini göstermiştir. İşte tam da bu yüzden 15 Temmuz Türk demokrasisini derinleştirmek için tarihi bir fırsattır.

Son denemin önemli tarihçilerinden birisi olan Prof. Kemal Karpat Hoca Aljazeera’ye verdiği mülakatta darbe girişimi konusunda çok önemli tespitlerde bulunuyor:

“Türkiye’nin mücadelesi, unutmayınız, gerçek bir demokrasiye ulaşmak mücadelesidir. Ve gerek AK Parti olsun, gerek Sayın Erdoğan olsun bu mücadeleden istifade ederek, bunu destekleyerek ve demokrasi isteyen bir halkın desteğine sahip olarak bugüne gelmiştir. Bu demokrasiyi koruyabilir, genişletebilirse, AK Parti ve Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan çok olumlu şekilde tarihe geçecektir. Tekrar edeyim. Demokrasiden istifade ederek bu duruma gelindiği aşikardır. Gerçek demokrasiyi güçlendirirlerse, tarihe olumlu şekilde geçeceklerdir.”

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum