Bir rüya şehri İstanbul bugün nasıl bir rüya görüyor?
Neler yazılmadı neler söylenmedi ki bu şehir için. Kimi bir kadına benzetti kimi onun kültürüne, tarihi güzelliklerine aşık oldu. Bazılarının aşkını, bazılarının nefretini kazandı.
Ama İstanbul hep aşkın ve şiirin başkenti olarak kaldı.
Ancak şu bir gerçek ki onu sevmek için ruhunu anlamak, insanlarıyla kaynaşmak, her saniyesinden zevk alıp rengarenk şivesini paylaşarak içsel ritmine ayak uydurmak gerekir.
Bu şehri anlamak için öncelikle İstanbul’un gözlerine ihtiyaç var... Mesela Ondokuzuncu yüzyılda İstanbul’a bakan bir Doğu bilimcinin betimlemelerinin gücü ve berraklığı silinmeyecek şekilde hala zihinlerdedir. Şehir duvarlarının etrafında ağırbaşlı atlı araba gezileri, Ramazan’ın şenlikli geceleri, şehrin büyük kısmını yok eden büyük yangınlar, mezarlıkların arasında gezintiler, Küçüksu’daki piknikler… Hepsi, bir rüya şehrini yaratan sanatsal anlatımlardır.
Evet İstanbul hep bir rüya şehri olmuş kadim bir medeniyetin mirasıdır... Ona bakan yerli ve yabancı gözler o rüya şehrinin farklı anlatımlarını yaptılar, şairler sayısız şiirler yazdılar, gezginler o rüyanın içinde kayboldular... Ama bugün bu şehre bakanlar nasıl bir rüya görür doğrusu onu kestirmek biraz zor.
Çünkü bu şehri öylesine hor kullandık ki, bırakın güzelliklerini anlatmayı kimsenin rüya görmeye bile mecali kalmadı. Maalesef sermaye birikim rejimini kent rantlarına el konulmasına odaklamış kentsel politikalar ve inşaat odaklı büyüme stratejileri, İstanbul’u nefes almakta bile sıkıntı çekilen bir şehir haline getirmiş bulunuyor. Camilerin, çeşmelerin, medreselerin devasa gökdelenlerin gölgesinde ezildiği bir şehirde kim nasıl rüya görebilir ki...
***
Tarih ve kültür artık kimse için bir kıymet ifade etmediği için, bu şehrin tarihinden, kültüründen bahsetmenin hala bir anlamı var mıdır bilemem ama, mesela başta Ayasofya ve çevresi olmak üzere inanılmaz bir yer altı zenginliğine sahip olduğumuz bir şehirde yaşıyoruz. Ayasofya’nın altındaki ve kadim İstanbul’un tamamına yayılan yeraltı ağı en az 1800 yıllık. 1929 yılında Çemberlitaş civarında yapılan arkeolojik bir kazıda dehlizlere rastlandığı ve antik kentin bazı noktalarına devam ettiği kazı raporlarına geçmiş. Çemberlitaş’ın karşısında 1930’lu yıllara kadar hizmet vermiş okulda yer altı kapı ve dehlizlerinin olduğu, bu dehlizlerin okuldan kaçmak isteyen çocuklar tarafından keşfedildiği raporlar arasında. Bir başka söylence de eski Bizans’ın merkezi olan Hipodrom (Sultan Ahmet Meydanı) ve civarının Aksaray’a ve daha ötelere giden yer altı galerileriyle döşeli olduğudur.
İnanıyorum ki İstanbul’u sevmek hiç bitmeyecektir, bizim bütün hoyratlıklarımıza kıymetbilmezliklerimize rağmen... İşte şair dostumuz Ömer Erdem’in yeni şiir kitabı “İstanbul’a” çıktı bile... Eminim “Parmak ucuyla sevmek” şiiriyle İstanbul’u hissedeceksiniz..
/istanbulun her harfine
bir kelime
bulsaydım
her seferinde yine başa döner
parmak uçlarıyla sever gibi
bir güzelliği
öyle dokunurdum köşelerine
gökyüzünün eksikliğine
temmuz günü ateş sıcakta
birden bir sokağa girince
seni serinliği ile kucaklayan rüzgar
bilirdim
antik şehri kazan arkeolog
ince ince dokunursa nasıl her şeye
kırık dökük demeden
hayat bilip her nesneyi
nefesini tutar gibi keşifle
öyle öyle severdim
harem eski sarayın orada
böyle bir gün yaşadım sabah erken
ayaklarımın altındaki sesler
birden denize doğru beni
sürüklediler
biz dediler yapılıp yıkılan
yıkılıp tekrar yapılan
o İstanbul denilen ölümsüz yapının
perileriyiz/