Bireyin olmadığı yerde demokrasi olmaz
İslam toplumlarında demokrasinin gelişememesinin en önemli nedenlerinden birisi hiç kuşkusuz özgür ‘birey’lerin olmamasıdır. Çünkü bizim kültürümüzde ‘birey’ ve ‘birey olmak’ nesebi gayri sahih bir kavram olarak değerlendirilmektedir.
***
‘Birey’ kavramını şeytanlaştırmak için Batı’nın aydınlanmacı düşüncesi en güçlü argüman olarak kullanılmaktadır. Evet, Kartezyen felsefenin ve modernitenin en temel özelliği bireycilik düşüncesine dayanmasıdır. Elbette Batı’nın ‘birey’i kutsaldan arındırarak tanımlaması, bir bakıma Allah’tan kopararak varlık alemine yabancılaştırması İslam açısından sorunludur.
Ancak unutmayalım ki Kur’an’ın en temel özelliği bireyi muhatap almasıdır. Ancak buna rağmen, ne hikmetse Müslüman toplumlarda “Cemaatte rahmet vardır” hadisi cemaat-tarikat parantezi içine hapsedildiği için bireyin önü kapatılmakta ve bireysel inisiyatifler kolaylıkla şeytanlaştırılmaktadır.
Oysa Hz. Adem’den bu yana her bir birey diğerinin aynısı değildir. Allah her bireye şahsına münhasır özellikler bahşetmiştir. Ve her insan Allah’a hesabını kendisi verecektir. Bu konuda Kur’an’da mesaj son derece açıktır: “Kimse bir başkasının günahı/hatası yüzünden sorumlu tutulamaz.”
Maalesef cemaat ve ‘itaat’ kültürünün her alanı kuşattığı Müslüman toplumlarda, “fitne çıkarmama”, “huzur ve uyumu bozmama” gibi gerekçelerle ‘birey olma’, bireysel özellikler ve kabiliyetler kolayca baskılanabilmiştir. Ne yazık ki bu kapalı cemaat kültürü sorgulamayı ve denetlemeyi engellediği için şeffaflık talepleri de gözardı edilmiştir.
Evet Allah ve Resülü tefrikadan uzak durmayı, birlik ve beraberlik içinde olmayı emretmişlerdir. Ancak Kur’an’da ve hadislerde sözü edilen cemaat yığınlardan oluşan bir sürü değil, her biri özgür, bireysel kimliği oluşmuş insanlardan müteşekkil bir topluluk demektir.
‘Cemaat’ kavramını doğru anlayabilmek için temel İslami kaynaklarda Hz. Ömer’le ilgili zikredilen şu sözleri tekrar tekrar okumakta yarar var: Hz. Ömer’in, “Şayet devlet idaresinde yanlış bir tasarrufta bulunursam bana nasıl bir mukabelede bulunursunuz?” şeklindeki sorusuna, sahabe “Böyle bir durumda senin yanlışını kılıçlarımızla düzeltiriz” şeklinde karşılık verir. İşte İslam’da tarif edilen cemaatin mensupları özgürlük ve adalet gibi değerlerden ödün vermeyen, denetleyen ve sorgulayan bireylerden oluşmaktadır.
Biliyoruz ki, birey olmanın en önemli tezahürü olan sorgulamanın önünün kapatılması, eleştiriye hayat hakkı tanınmaması sadece yaratıcı düşünceyi yok etmekle kalmaz, aynı zamanda tedavisi mümkün olan problemlerin giderek bir inkisara dönüşmesine yol açar. Ancak bu çerçevede birey olmanın önemini vurgularken, ‘birey’ ve ‘bireycilik’ kavramlarını aynı anlam bütünlüğü içinde değerlendirmek gibi bir yanlışa da düşmemek gerekiyor. Zira birey olmak, kendi varlığının bilincinde olmayı gerektirirken, ‘bireycilik’ bencillik temeline dayanmaktadır.
***
İslam’ın sahih kaynaklarında ‘birey’ olmanın önemi vurgulanmasına rağmen, ne yazık ki tarihsel süreç içinde birey olma bilinci gelişemediği için hiçbir zaman denetleme mekanizmaları oluşamamış ve bu yüzden de adaletin tecellisini sağlayacak sağlam bir hukuk sistemi inşa edilememiştir.
Bugün İslam dünyasının içine düştüğü trajik halin temelinde de aslında özgür bireylerden oluşan bir toplumun inşa edilememesi yatmaktadır.
Her ne kadar bir karşılaştırma yapmak biraz hüzün verici olsa da, çok geç olmadan kendimize ayna tutmakta yarar var. Batı toplumlarında özgür birey olmanın, şahsi teşebbüsün önü açılarak bilimsel ve teknolojik gelişmeler hız kazanırken, ‘itaat’i bir din gibi belleyen İslam toplumlarında ise adaleti, hukuku yok sayan despotik yapılar yükselmiştir. Demokrasi taşlama yarışına girmeden önce, İslam’ın temel ilkeleriyle aramızdaki mesafeyi tekrar gözden geçirirsek belki de daha hayırlı bir iş yapmış oluruz.