Bize ‘Şura’dan önce hukuk lazım

Şura prensibi İslam siyaset kültüründe her zaman önemli yere sahip olmuş bir kavram. Bugüne kadar pek çok İslam bilim insanı, siyaset bilimci ‘Şura’ kavramının esas itibariyle demokrasinin de özü olduğunu, İslam ve demokrasi arasındaki geçişkenliğin de nirengi noktasını oluşturduğunu savunmuştur.

Kuşkusuz şura, yöneten-yönetilen ayrışmasının ortaya çıktığı ilk dönemlerden itibaren hemen bütün toplumlarca bilinen bir kavramdır. Mezopotamya’da milâttan önce üç binyılına kadar uzanan siyasî meclis geleneği hakkında en eski örnekleri arasında yer alan eski Yunan şehir devletlerindeki uygulamalar siyaset biliminin ilgisine mazhar olmuştur. Bilindiği gibi Isparta ve Atina’da siyasî iktidar çeşitli seviyelerde meclisler yoluyla ve paylaşılarak kullanılmaktaydı.

Roma devlet düzeni içinde de bazı yöneticilerin seçiminde istişarî veya bağlayıcı yetkileri olan çeşitli meclislere yer verilmiştir. İslâm öncesi dönemde bilhassa Katolik Hıristiyanlarda bir kısım dini meselelerin tartışılıp çözüme bağlanması için yüksek düzeyde din adamlarının “konsil” adı verilen toplantıları da bir tür şura niteliğindedir.

Eski Türk devletlerinde hükümdarların çok sayıda danışman bulundurduğu ve birer danışma kurumu olarak kurultayların düzenlendiği bilinmektedir.

Ve tabii ki Hz. Peygamber hemen bütün kararlarını Kur’an’ın da işareti doğrultusunda ashabıyla istişare ederek almıştır. Bazen olumsuz sonuçlar üretmiş olsa bile Uhud savaşı kararında olduğu gibi istişarede ortaya çıkan ağırlıklı görüş yönünde hareket etmeyi tercih etmiştir. Kısacası, ilk dönem Müslümanlarının hayatında ‘şura’ geniş bir uygulama alanı bulmuştur.

Geçtiğimiz günlerde Hakan Albayrak köşesinde Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku öğretim üyesi ve aynı zamanda ‘şura’ konusunda tez çalışması bulunan Fatih Okumuş’la kısa bir röportaj yayınladı. Okumuş o röportajda şöyle bir tespitte bulunuyor: “Müslüman bir toplum her işini danışıkla çözer. Her yerde ve her zaman meşverete başvurur, şûrâ teşkil eder. Şûrâ neticesinde gelen hezimet bile zafer sayılır. İstibdatla gelen zenginlik ve zafer dahi hezimet hükmündedir. Şûrâda bereket, istibdatta zulmet vardır. Şûrâ hizmete, istibdat hezimete götürür.” 

Evet bunlar güzel tespitler ama o kadar… Tarihsel sürece baktığımızda, Hz. Peygamberin vefatından sonra ‘şura’nın Hz. Ebubekir'in seçilme sürecinde eksik de olsa uygulandığını, ama sonraki dönemlerde İslam siyaset düşüncesinde işlevsel bir konumda olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değildir.

Kabul etmek gerekiyor ki Müslüman toplumlar, neredeyse tarihin hiçbir döneminde İslam’ın temel ilkeleri bağlamında kurumsallaşmış bir hukuk sistemi inşa edememişlerdir. Dolayısıyla bugünden bakarak “aslında Kur’an’da her şey var, ama Müslümanlar Kur’an’ın tarif ettiği hayattan uzaklaşmışlardır” gibi bir hayıflanmanın retorikten öte bir anlam ifade etmediğini belirtmek gerekiyor. Evet Kur’an’da ‘Şura’ da var, adaletle hükmetmek de var, şeffaflık da var, liyakat de var, yolsuzluğun ve zulmün yasaklanması da var.

Ama talihsizlik o ki bugün de dahil olmak üzere bütün İslam toplumlarında hukukun üstünlüğüne dayalı, ‘şura’ prensibine riayet eden, hesap verilebilir, şeffaf yönetimler oluşturulamamıştır. Çünkü bu ilkelerin hayata geçirilmesini sağlayacak hukuk kurumları yoktur.

İşte tam da bu yüzden İslam ülkelerinde ‘Şura’dan önce adaletin teminini sağlayacak evrensel hukuk normlarıyla işleyen sağlam hukuk kurumlarına ihtiyaç bulunmaktadır. Aksi taktirde tek tek hemen bütün Müslümanların her gün tekrarladığı “Kur’an’da adaletin en güzeli var, Hz. Peygamber hayatının her aşamasında ‘Şura’ prensibine riayet etmiştir” sözleriyle teselli buluruz ama hiçbir zaman hukuk devleti inşa edemeyiz.

Bugün her vesileyle şeytan taşlar gibi taşladığımız Batı demokrasilerinin geçmişindeki site devletlerinde de farklı şekillerde ‘Şura’ prensipleri uygulanmış, ama bu ülkeler geçmişle teselli bulmayı değil, evrensel hukuk kurumları oluşturmayı tercih etmişler. Ve uzun mücadeleler sonucunda kuvvetler ayrılığı ilkeleri ve denge-denetleme prensiplerine dayalı demokratik yönetimler oluşturmayı başarmışlar.

Eğer Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi niyetimiz yoksa İslam toplumları için de yol bellidir, evrensel hukuk normlarını ihtiva eden, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir yönetim inşa edebilmek…

YORUMLAR (70)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
70 Yorum