Bu domateste bir komünistlik var ama...
Görünürde Rusya ile bahar havası yaşıyoruz!.. Neredeyse her hafta sonu ziyaretler yapıyoruz. Bütün meselemiz ticari ve siyasi ilişkileri uçak krizi öncesinde olduğu gibi sürdürebilmek... Her ziyaretin ardından “İlişkiler normale dönüyor, problem yok, hızla eski günlere dönüyoruz” açıklamaları yapılıyor, ama Putin canı ne kadar isterse o kadar adım atıyor, bu yüzden de henüz bir arpa boyu mesafe alınabilmiş değil...
Nükleer santral işini cebine koyan Putin, buğdayda istediğini alıyor, karşılığında ise birkaç turist gönderme sözü veriyor, vizelerin birazcık ucunu gösteriyor ve işi zamana yayıyor.
Ancak iş domatese gelince bütün dostluk gösterileri bitiyor, Nuh diyor, peygamber demiyor. Nedir bu domatesin başına gelenler... Sebebi her ne ise domates işinde bir komünistlik var ama, doğrusu henüz çözebilmiş değilim. Acaba diyorum Putin domatesin rengine takmış olabilir mi? Sakın domateslerin kırmızı rengi, komünist dönemin kızılını çağrıştırdığı için bilinç altında bir takıntısı olmasın...
İşin esprisi bir yana ama Putin’in Türk domatesleriyle bir sorunu olduğu kesin... Zira bir iddiaya göre Rusya Suriye’de savaştıkları grupların kontrolünde yetiştirilen domatesleri bile ithal ediyor, ama iş Türkiye’ye gelince “Artık kendimiz üretiyoruz, ihtiyacımız kalmadı” diyor.
***
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin açıklamalarından anlıyoruz ki sadece iş dünyasının, nakliyecilerin, TIR şoförleri ve uçuş ekiplerinin önündeki vize engeli kaldırılmış. Henüz sıfır vize noktasında değiliz. Ama domates engeli hala devam ediyor. Yani Putin’in birgün gönlü olursa domatese de af çıkacak...
Rusya’nın Türkiye’ye karşı sergilediği saygısızca tavır da gösteriyor ki, domates sadece domatesten ibaret değil. Eğer dış politika seçeneklerinizi tek sepete toplarsanız, doğal olarak hareket kabiliyetinizi de zayıflatmış olursunuz.
Kabul etmek gerekiyor ki uluslararası ticari ilişkilerin kalitesi de, Türkiye için büyük önem arzeden terörle mücadele stratejisine müttefiklerinin desteği de dış politikadaki ittifaklarının kalitesiyle doğru orantılıdır. Mesela Soçi’deki Erdoğan-Putin görüşmesinin ardından yapılan basın toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, PKK’nın uzantısı olan PYD’nin bir terör örgütü olduğunu ısrarla vurgulamasına rağmen, Putin IŞİD ve el-Nusra başta olmak üzere bütün terör örgütlerini tek tek sayarken PKK ve PYD’yi adeta koruma altına alarak “BM’nin terör örgütleri listesi var ve bu listeye giren herkesle savaşmaya devam edeceğiz” diyerek, son derece saygısız bir üslupla PYD’yi terör örgütü olarak görmediklerini açıkça deklare edebiliyor.
Bu tavır da gösteriyor ki, evet Türkiye Rusya ile ilişkilerini daha da zenginleştirmelidir ama esas itibariyle içinde yer aldığı Batı ittifakıyla ilişkilerini de derinleştirmelidir ki buradan kazandığı stratejik avantajlarını başka alanlarda kullanabilsin. Ayrıca yaşadığımız dünyada refah ve güvenlik üretmenin yolu, dış politikadaki seçeneklerini arttırmakla mümkündür.
***
Muhtemeldir ki bu değerlendirmeyi birileri ‘Batı hayranlığı’ olarak değerlendirecektir. Ama unutmayalım ki kimse NATO ittifakında yer almak için kafamıza silah dayamadı. Esas itibariyle NATO üyeliği de, AB hedefi de Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş ve devlet politikası haline gelmiş kararlardır.
Her ne kadar şimdilerde hamaset ve şanlı tarih retoriği ile NATO’ya, ABD ve AB’ye yüksek perdeden konuşmak cazip hale gelmiş olsa da, Türkiye’nin son yıllarda ekonomide ve demokraside gerçekleştirdiği başarılar büyük ölçüde bu stratejik hedefler sayesinde elde edilmiştir.
En önemlisi de AB ile müzakereler sürecinde demokrasi markamızın değer kazanması en önemli gücümüz haline gelmiş olmasıdır, her ne kadar son bir kaç yılda demokrasimizin pırıltısı azalmış olsa da...
Galiba son yıllarda Avrupa ile tatsız giden ilişkiler düzelmedikçe, domatesin şansı da pek yaver
gitmeyecek...