Bu işte bir yanlışlık var ama ne...
16 Nisan referandumu yaklaştıkça siyasi partilerin tavırlarında tuhaf görüntüler ortaya çıkmaya başladı. Normal olan, siyasi aktörlerin anayasa değişikliği bağlamında görüşlerini netleştirmeleri, değişikliklerin Türkiye’nin geleceği açısından ne anlam ifade ettiğini net bir şekilde topluma izah etmeleridir.
Oysa meydanlara yansıyan hiç de böyle değil. Meydanların fotoğrafına ve kampanyaların diline yakından baktığımızda, siyasi liderlerin anayasa değişikliğinden çok bambaşka bir söylemle kitleleri motive etmeye çalıştıklarını görüyoruz. Herkes referandumun özünü oluşturan anayasa değişikliğinin etrafından dolaşarak, sanki başka bir şeyi oylayacakmışız gibi bir fotoğraf çiziyor.
Bu işte bir yanlışlık var ama ne... Sadece iktidar bloğu değil, hayır kampanyası yürüten muhalefete de bir garip haller olmaya başladı.
Mesela CHP... İşin başında CHP akıllı bir stratejiyle yola çıkmış gibi görünüyordu. Cumhurbaşkanı’na karşı saygılı bir dil kullanıyorlar, parti bayraklarıyla miting yapmıyorlar, çatışmacı değil, uzlaşmacı bir dil kullanıyorlardı. Bu strateji CHP’nin geleneksel kodlarıyla örtüşmemekle birlikte yeni bir yönelimdi ve herkesi şaşırtacak nitelikte bir tavırdı.
Ama 16 Nisan yaklaştıkça sonunda dayanamadılar ve CHP’nin o bildiğimiz geleneksel fabrika ayarlarına dönmeye başladılar. Mesela Konya milletvekili Hüsnü Bozkurt’un saçma sapan ‘denize dökme’ hikayesi... Nasıl bir akıl tutulmasıdır ki bir milletvekili çıkıyor ve “Biz Atatürkçüyüz, Cumhuriyetçiyiz, biz devrimciyiz, sandıktan evet çıkarsa da kimse heveslenmesin. Yine Samsun’dan başlar, sizi İzmir’e kadar kovalarız” diyerek akıllara durgunluk verecek bir aymazlığın altına imza atabiliyor.
Anlaşılan CHP’liler bu denize dökme işine kafayı o kadar takmışlar ki, Türk siyasetinin önemli isimlerinden birisi olan Deniz Baykal bile kendini aynı denizin içine atmaktan çekinmiyor.
Ya Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘kontrollü darbe’ masalına ne demeli... Ne yalan söyleyeyim, Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz’u ‘kontrollü darbe’ olarak niteleyen ifadelerini duyduğumda dedim ki, “Kalıbımı basarım bu Kılıçdaroğlu referandumdan ‘evet’ çıkması için büyük bir gayret sarfediyor.” Kılıçdaroğlu’nun durup dururken böyle bir iddiada bulunmasını akılla ve mantıkla izah etmek ne yazık ki pek mümkün gözükmüyor. FETÖ’nün devleti ele geçirmesi konusunda AK Parti iktidarının zaaflarını, bir muhalefet liderinin eleştirmesi son derece doğal, hatta gerekli bir iş. Ancak 15 Temmuz gibi bir ihanet girişimi konusunda hiçbir reel karşılığı ve de elle tutulur kanıtı olmayan bir iddiayı dillendirmek normal siyaset aklıyla da, vicdanla da izah edilemez.
Peki CHP neden tekrar böyle bir çatışmacı dile evrildi?
Muhtemelen CHP işin başında AK Parti-CHP ekseninde sert bir kampanyanın kutuplaşmayı azdıracağı endişesini taşıyordu, bu yüzden de belli bir süre, daha rasyonel bir stratejiyi tercih etti. Ancak sonra gördü ki, kendi tabanını mobile etmek için daha sert bir söylem gerekiyor. Yani kolay olanı tercih etti ve o bildiğimiz CHP’nin hep kaybetmeye ayarlı sloganlarına dönüverdi...
Son dönemde olup bitenleri anlamaya çalışırken, ‘bu işte bir yanlışlık var’ ifadesini bilinçli olarak kullandım. Çünkü; gerçekten bir anayasa değişikliği kampanyası izlemiyoruz. İktidar da, muhalefet de anlaşılması güç tuhaf haller içindeler. Bir taraf ‘denize dökmek’ gibi akıl dışı söylemlerle korku salmaya çalışırken, diğer taraf da ‘milli mücadele’ ruhuyla bambaşka bir rüzgar estiriyor.
Oysa 16 Nisan’ın bir tek özelliği var, anayasa değişikliğini milletin onayına sunmak... Allah aşkına savaşa mı gidiyoruz ki denize dökmekten ve milli mücadeleden söz ediyoruz...