Cemaat toplumunda demokrasi bu kadar oluyor
Tarihsel süreç içinde cemaat kültürüyle beslenen toplumlarda Batı toplumlarındakine benzer modern bir demokrasinin oluşması hiç kolay değil. Türkiye örneğinden baktığımızda maalesef ülkemizdeki sivil toplum yapılanmalarının Batı toplumlarındakiyle uzaktan yakından bir alakası olmadığını görürüz.
Zira şu an itibariyle bile nüfusun yüzde 60’ı kentlerde yaşamasına rağmen, bu topluluklar daha çok cemaat kültürü içinde şekillendikleri için modern anlamda demokrasi kültürünün çok uzağında bulunmaktadır.
Her ne kadar Osmanlı toplum yapısında lonca, vakıf yapılanmaları, hatta Selçuklu’nun yıkılışından sonraki kaotik ortamda ortaya çıkan ‘Ahi Birlikleri’ varlıkları itibariyle örtük bir biçimde sivil toplum niteliği taşısalar da, zamanla bu kurumlarda yaşanan dejenerasyon, çağdaş anlamda bir sivil toplum oluşumunun önünü açmaya yetmemiştir.
Burada özellikle Tanzimat döneminde modern hukuk oluşturma faaliyetlerinin, cılız da olsa parlamenter girişimlerin demokrasi açısından önemli bir girizgah olduğunu belirtmek gerekiyor. Daha da önemlisi Yeni Osmanlıların 19. yüzyılın ortalarında Avrupa’da karşılaştıkları demokrasi değerlerini yerli kültürle yeniden üretme girişimleri, demokrasi kültürümüz açısından çok önemli bir tecrübe olmuştur. Ancak bu girişimler Cumhuriyet’le birlikte akamete uğramış ve demokrasi başka bir bahara ertelenmiştir.
***
Kuşkusuz Türkiye sadece bir cemaat toplumu değil, aynı zamanda paternalist yani ‘devlet baba’ zihniyeti ile şekillenmiş bir toplum. Esas itibariyle ‘Padişahım çok yaşa’ ile ‘Ulu önder’ ekseninde şekillenen bir toplumda ne yazık ki demokrasi bu kadar oluyor.
Osmanlı’da ya da Cumhuriyet’in ilk yıllarında böyleydi de şimdi farklı mı? Elbette hayır... Çünkü bir cemaat hiyerarşisi ile şekillenen toplumsal hafıza her dönem kendine bir ‘devlet baba’, ‘ulu önder’ ya da ‘büyük lider’ bulmak zorundadır.
Kabul edelim ki neredeyse genetik kodlarımızı oluşturan cemaatçi kültürden modern anlamda demokratik bir model ortaya çıkmıyor. Onca sancılı uzun demokrasi mücadelelerinden sonra bile siyasetçilerimiz “Yolun yolumuzdur, davan davamızdır, sevdan sevdamızdır” sloganlarıyla anında bir önderin eteklerine tutunarak yıllar içinde oluşan o geleneksel yolda yürümeye devam ediyorlar.
Modern demokrasiyi oluşturamamamızın temelinde elbette daha pek çok neden sıralanabilir. Mesela ‘sanayi devrimi’ni kaçırdığımız için sosyal, ekonomik ve kültürel dönüşümü sağlayamadığımız söylenebilir. Gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet Türkiye’sinde yapay burjuvazi sınıfı oluşturma girişimlerine rağmen, Batı Avrupa’da sivil toplumun temelini oluşturan gerçek anlamda bir burjuvazinin olmamasından da söz edilebilir.
Ama şu bir vakıa ki Türkiye’nin partileri de, sendikaları da, sivil toplum adı altında anılan kurumları da kelimenin tam anlamıyla bir cemaat mantığı ile yönetilmektedir.
***
Bu konuda değerli bilim insanı Vehbi Bayhan, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi Mayıs 2002 sayısında DEMOKRASİ ve SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN ENGELLERİ: PATRONAJ VE NEPOTİZM başlıklı makalesinde şöyle bir tespitte bulunuyor: “Batı toplumlarında aşırı ‘bireyci’ yapı nedeniyle ‘yabancılaşma’ problemleri yaşanmaktadır. Doğu toplumlarında ise aşırı ‘cemaat’ yapısı, sivil toplum örgütlerinin gelişmesini engellemekte, keskin cemaatleşme ‘yabancılaşmayı’ paradoksal olarak yeniden üretmektedir. Batı toplumlarının ihtiyacı ‘dayanışma ruhunu’, İbni Haldun’un söylemiyle ‘asabiye’nin (grup dayanışması) yeniden inşa edilmesi; Doğu toplumlarının ihtiyacı ise katı ve kapalı cemaat yapısından kurtulup ‘bireyselleşme’ (ancak bireyci olmayan) oluşumu ile ‘cemiyet ‘ yapısının tesisidir.”
Uzun lafın kısası, bütün siyasal, ekonomik ve sosyal yapıların cemaat zihniyetiyle yönetildiği bir ülkede modern bir demokrasi inşa etmek sanıldığından çok daha zor süreçleri gerektirmektedir.