Demokrasi onlara da tahammül rejimidir...

Demokrasiler için gelişmişlik göstergesinin zor zamanlardaki tahammül katsayısı ile doğru orantılı olduğu kanaatindeyim. Mesela geçtiğimiz hafta bin küsur akademisyenin ahlaksız ama aynı zamanda zeka göstergesi yerlerde sürünen, Kandil diliyle yazılmış o malum bildirisi... Eğer bu bildiri sonrasında özellikle sabahın yedisinde akademisyenlerin evlerinden alınarak yapılan gözaltılar olmasaydı, eminim ki toplum sifonu çekecek ve bu bildiriyi ait olduğu yere gönderecekti. Dolayısıyla hayatları boyunca kendi ülkelerini dış dünyaya ispiyonlayan bazı karaktersizlere de ucuz demokratlık fırsatı verilmemiş olacaktı. Bir kez daha demokrasinin bu tür durumlara tahammül ederek olgunlaşacağının altını çizmek gerekiyor.

Hemen hatırlatalım malum bildiriyi tasarlayan ve planlayanların o kadar da masum niyetlerle yola çıkmadıkları kanaatindeyim. Çünkü özü itibariyle bilimsel kariyere sahip olan bunca akademisyenin, yaşadığı ülkenin gerçeklerine, demokratik ve insani değerlere bu kadar duyarsız olması düşünülemez. Evet aydınların, akademisyenlerin özgürlükler ve insan hakları konusunda hassasiyet göstermeleri doğaldır.

Ama bu bildiri böyle bir hassasiyetin ürünü değil. Kandil baronları Cemil Bayık ve Murat Karayılan bir bildiri hazırlasaydı, herhalde ancak bu kadar demokrasiyi ve insan haklarını yok sayan bir metin ortaya çıkabilirdi.

En küçük vicdanlı bir bakışın bile Cizre’de, Silopi’de, Sur’da, Silvan’da Kürt halkını esir alan, onların hayatını zindan etmek için hendekler kazan, Ecrin’leri, Efe’leri, İrem’leri katleden PKK’nın terörünü görmemesi düşünülemez. 1128 akademisyenin vicdanlarını bu kadar PKK’ya ipotek etmesini akılla izah etmek mümkün değildir. Böyle bir ahmaklığa bırakın akademisyenleri, sıradan insanların bile imza atması mümkün değildir.

Ama görmediler... Bırakın teröre karşı tavır almayı, PKK’yı ima eden tek satırlık bir ifadeye bile yer vermediler. Bunun yerine günlerdir PKK’nın hendek eziyetine maruz kalan Kürt halkını kurtarmak için mücadele yürüten devleti ‘katliam’ yapmakla suçlamak gibi bir çılgınlığa imza attılar. Bunun bir tek izahı olabilir; aklın ve vicdanın iflası...

İşte bu yüzden diyorum ki bu işte bir tuzak var. Eminim ki bu 1128 akademisyene tek tek sorulsa, büyük çoğunluğu PKK’nın bebekleri katletmesini, Kürt halkına eziyet etmesini “PKK iyi yapıyor” demeyeceklerdir.

Bu yüzden, bildiri projesini planlayanlar bunun ‘pis’ bir iş olduğunu başından biliyorlardı ve bunu bile bile yaptılar. Yani bu ahlaksızlığa ne devletin, ne siyasi iktidarın, ne de toplumun sessiz kalmayacağını çok iyi biliyorlardı.

Nitekim geçtiğimiz Cuma günü yayınladıkları dört maddelik ek bildiride bir adım daha ileri giderek PKK'yı kahraman ilan etmek gibi çok daha küstah bir tavır sergilediler. Bu metinde 1128 akademisyenin imzası yok. Son metni kimler imzaladıysa bin küsur akademisyene de, Türkiye'ye de bu tuzağı onların kurduğu kesin. Ek bildiriyle birlikte daha net olarak ortaya çıktı ki esas planı yapan çekirdek ekip karanlık merkezlerden aldıkları ihalenin taşeronluğunu yapmaktadırlar. Dolayısıyla bildiride imzası olan akademisyenlerin önemli bir bölümünü ülkeye tuzak kuran taşeron ekipten ayrı tutmakta yarar var. Muhtemelen imzacıların yarısı nasıl bir ahmaklığın altına imza attıklarını bile bilmiyorlardı.

Eminim ki şimdi bu işin esas planlayıcılarının en çok istedikleri şey; devlet bu akademisyenlerle ilgili bir sürek avı başlatsın, gözaltılar olsun ve toplumda kutuplaşma had safhaya ulaşsın...

Ve hemen arkasından da, bu işin planlayıcıları ihaleyi aldıkları merkezlere dönüp, “İşte bakın Türkiye’de baskıcı bir rejim var, özgür düşünce kısılıyor, akademisyenler yargılanıyor” diyerek kendi ülkelerini aşağılamanın böbürlenmesini yaşayacaklardır. Şimdiden Batı medyasında Türkiye demokrasisini sorgulayan yazılar, yorumlar çıkmaya başladı bile... Demek ki ihale tıkır tıkır işliyor.

İşte tam da bu yüzden Türkiye bu oyuna gelmemelidir. Siyasetçiler, ülkeyi yönetenler elbette böyle bir ahlaksızlığa tepki vereceklerdir. Ancak yargının ve üniversitelerin tavrı Türkiye'yi demokratik dünyada zora sokacak boyutlara ulaşmamalıdır. Zira bu tuzağı kuranların esas itibariyle istediği de böyle bir şeydir. Eğer sınırlı sayıdaki Türkiye karşıtlarının tezgahladığı bu oyun, eski Türkiye'den bildiğimiz o manzaraların sahnelenmesine yol açarsa AİHM tarafından da onaylanan kamu düzeni operasyonları zaten Türkiye'ye karşı objektif bakmayan dünyanın gözünde tartışmalı hale gelebilir. Devlet teröre karşı çok haklı bir mücadele yürütüyor, dolayısıyla bu haklı mücadele karanlık merkezlerin taşeronluğunu yapanların tuzaklarına kurban edilmemelidir.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum