Demokrasi seküler aklın ürünü diye reddedilebilir mi?
Demokrasi seküler aklın ürünü olduğu için genel olarak İslam toplumlarında demokrasiye karşı hep bir mesafeli duruş ortaya çıkmıştır. Gerek entelektüel, gererekse siyasi tartışmaların hemen hepsinde ortaya çıkan ortak kanaat; aslında İslam’ın kendine has ilkeleri ve bir devlet modeli olduğu, dolayısıyla seküler aklın ürünü olan demokrasiye ihtiyaç olmadığı yönündedir.
Bu konudaki temel itirazı özetlemek gerekirse, “Demokrasi, temsiliyet, özgürlük ve hukukun üstünlüğü gibi kavramlar Batı’nın kendi tarihi tecrübesinde üretmiş olduğu kavramlardır. Dolayısıyla bu kavramların içeriği de Batı’nın değer sistemleri tarafından doldurulmuştur. Oysa İslam’ın temeli adalettir, özgürlük de, insan hakları da en kamil manada İslam’da vardır. Hal böyleyken, neden Batı’nın kavramlarıyla bir devlet modeli belirleyelim ki, pekala Müslümanlar bir demokrasi modeli oluşturabilirler.”
***
Evet, gerek Kur’an’da, gerekse Hz. Peygamber’in hadislerinde insanların hakkına, hukukuna riayet, kişi hürriyetinin teminat altına alınması, kadınların-çocukların haklarının korunması, azınlık hakları, hatta tabiatın korunması en temel ilke olarak vazedilmiştir. Aslında Kur’ani terminoloji açısından bakıldığında, İslam’ın hayatımızı tanzim açısından bir eksikliği yok. Gerek Kur’an, gerekse Hz. Peygamber’in vazettiği temel ilkeler adaleti de, insan haklarını da, özgürlükleri de en sarih şekilde ortaya koyuyor.
Hal böyleyken, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, özgürlükleri evrensel bir değer olarak kabul eden demokrasiye sırf Batılılar modelleştirdi diye itiraz etmeyi anlamak mümkün değildir. Bu durumda demokrasiye itiraz edenler, bütün bir İslam tarihi boyunca adaletin tesis edildiği, hakların, özgürlüklerin korunduğu kamil manada İslam’a has bir demokrasi modelinin örneğini ortaya koymalıdırlar.
Ne yazık ki böyle bir örnek yok. Biraz trajik bir durum ama, İslam’ın özünde var olan bu ilkeleri Batılı demokrasiler bir yönetim modeli haline getirmişlerdir. Daha da trajik olanı, maalesef bugün İslam ülkesi olarak tanımlanan ülkelerin hiçbirinde adalet yok, hukuk yok, özgürlük yok, insan hakları yok, yani demokrasi yok. Peki ne var?
Karanlık bir istibdat rejimi var, zulüm var, hak gaspı var...
Farzedelim demokrasiye karşı çıkanların itirazlarını dikkate alıp kendi içimize kapandık, şundan eminim ki daha yüzyıllarca beklesek bile İslam dünyası kendine has bir demokrasi modeli ortaya çıkaramayacaktır.
Tarihsel tecrübeler göstermiştir ki, Müslümanlar geleneksel İslam kültürünün kalıpları dışına çıkarak İslam’ı her çağda yeniden yorumlama zahmetine katlanmadıkları için hiçbir dönemde yeni bir yönetim modeli oluşturamamışlardır. Elbette bunda İslam ulemasının büyük sorumluluğu ve vebali vardır. Bu yüzden İslam’ın evrensel mesajı, modern zamanların diline tercüme edilememiştir.
İslam’ın tarihsel tecrübesiyle, yaşadığımız çağı barıştırmakta zorlandığımız içindir ki demokrasinin sürdürülebilirlik açısından en temel temel özelliği olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesini de anlamakta güçlük çekiyoruz. Maalesef İslam’ı yaşadığımız çağın diline tercüme edemediğimiz için, devlet yönetimini de soyut bir ahlak kavramı üzerinden okumaya çalışıyoruz. Yani devleti yönetenlerin ahlaklı olması durumunda başka bir denetleyiciye ihtiyaç olmadığı gibi bir kanaate sahibiz. Ya ahlaklı olmazlarsa onları kim denetleyecek?
***
İşte tam da bu yüzden demokrasi sadece ‘seçimli yönetim modeli’ demek değildir. İktidarı sınırlayacak, denetleyecek, dengeleyecek yapılar olmak zorundadır. Ve kuvvetler ayrılığı ilkesi, yönetenlerin layüsel olmasının önündeki en önemli bariyerdir.
Hasılı, “Demokrasiyi Batılılar icat etmiştir, oysa İslam’da zaten bu değerler var, demokrasiye muhtaç değiliz” benzeri itirazların, günümüzde İslam toplumlarının yaşamakta olduğu trajik hali iyileştirme noktasında hiçbir somut faydası yoktur, olamaz da...