Dindarlar neyi kaybettiler
Biliyorum ki birileri, daha bismillah demeden neden böyle bir başlık attığımı eleştireceklerdir. Hemen belirteyim, dindar olmanın önemli bir meziyet olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla dindarlığa ve dindarlara karşı negatif bir tavrım asla olamaz, ama dindarların sergilediği görüntü beni yakından ilgilendiriyor.
Çünkü hangi çağda ve hangi şartlarda yaşıyor olursak olalım, din bize hiç kimsenin olmadığı yerde bile kendimize ve Allah’a karşı hesap verebilir olmayı öğütlemektedir.
Eğer dinin sadece teorik bilgilerden ibaret olmadığı bilgisine sahipsek, dindarlığın insan ilişkilerinin tamamını kapsadığını bilmek durumundayız demektir. Dolayısıyla bu çerçeveden baktığımızda dindarlığın sadece ibadetleri değil, inancın hayatın bütün alanlarına yansıtılmasını da kapsadığını görürüz.
Daha açık ifade etmek gerekirse dindarlık şeffaflığı, dürüstlüğü, ahlaklı ve merhametli olmayı gerektirmektedir.
Dindarlık insan haklarını savunmayı, kul hakkının, hukukunun gözetilmesini, kadınların, çocukların haklarını korumayı, ehliyet ve liyakate önem vermeyi ve de adaletli olmayı dini bir vecibe olarak görmeyi gerektirmektedir.
Peki bu zaviyeden baktığımızda günümüzün dindarları nasıl bir görüntü sergiliyorlar? Maalesef bu konuda yüreğimizi ferahlatacak ifadeler kullanmak pek mümkün değil. Denebilir ki neden sadece dindarlar, başkaları çok mu ahlaklı davranıyor... Elbette insan olarak herkesin bir takım sorumlulukları var ve ahlaklı olmak insana ait bir meziyettir. Ancak kendinizi dindar olarak tanımlıyorsanız, yaşanabilir dünya inşa etme konusunda dinin size yüklediği daha fazla bir sorumluluğa muhatapsınız demektir.
İşte bu yüzden, kapsamlı bir dindarlık anlayışından giderek uzaklaşan günümüz dindarlarının bir takım hasletlerini kaybetmesi beni ilgilendiriyor ve de endişelendiriyor.
Mesela bugün “Müslümanlar İslam’ın bizden istediği dindarlık bilincine sahip değiller, merhametli davranmıyorlar, insan haklarını ve özgürlükleri yeterince savunmuyorlar, hakka-hukuka riayet etmiyorlar” şeklinde eleştirel bir dil kullansanız, hemen itirazlar yükseliyor: “Sadece dindarlar mı böyle davranıyor, seküler kesimler de geçmişte adil değillerdi, insan haklarını hiçe sayıyorlardı...” Bu anlayışa katılmak elbette mümkün değil. Bir kere şunu açıkça ifade edelim, başkaları adaletli davranmıyor diye, dindarların da Kur’an’ın “adaletle hükmedin” ayetini dikkate almamak gibi bir lüksü olamaz.
Maalesef Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin evrensel mesajıyla aralarına duvarlar ören dindarlar, giderek dünyevileşmenin meftunu ve de mahkumu olmuş durumdalar. Böyle olduğu içindir ki dindar camiadaki vakıflar, sivil toplum kuruluşları insan hakları ve özgürlükler konusunda, kelimenin tam anlamıyla sessizliğe gömülmüş durumdalar.
Mesela İlim Yayma Cemiyeti, Ensar Vakfı, Birlik Vakfı ve ÖNDER gibi sivil toplum oluşumları geçmişte insan hakları konusunda ve ülkedeki adaletsizliklerle ilgili ortak bildiriler yayınlayarak insanlık adına seslerini yükseltirlerdi. Ama bugün hiçbiri ortalarda gözükmüyor. Devlete öylesine eklemlenmiş durumdalar ki, ülkedeki bir takım hak ihlalleriyle ilgili seslerini çıkarmadıkları gibi dünyanın değişik coğrafyalarındaki Müslümanlara yönelik haksızlıklara da seslerini yükseltme ihtiyacı hissetmiyorlar.
Mesela şu ana kadar Doğu Türkistan’daki Çin zulmüne yönelik tek kelime söylemediler, aynı şekilde idam mahkumu Ahmet Hüseyin Mısır’a iade edildi ama, dini hassasiyetleri olduğunu sandığımız vakıflarımız yine ortalarda gözükmediler.
Bizim dindarlar seslerini çıkarmıyorlar ama, zaman zaman “dış güçler” diye yeri göğü inlettiğimiz Uluslararası Af Örgütü Doğu Türkistan’daki zulme sessiz kalmıyor. “Çin: Neredeler? Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Toplu Gözaltılar Hakkında Cevap Verme Zamanı” başlıklı raporunda Doğu Türkistan’daki baskı ve işkencenin geldiği boyutu çarpıcı örneklerle ortaya koydu.
Muhtemelen dindarlar, Doğu Perinçek gibi bu işin içinde bir Amerikan oyunu arıyor olabilirler. Perinçek’in mazereti var, çünkü o Çin’i çok seviyor, ya dindarların mazereti?