Dini referans alan bir demokrasi mümkün mü?
Gerek İslam siyaset tarihindeki örneklere, gerekse modern zamanlardaki İslam dünyasındaki siyasi hareketlere baktığımızda demokrasi deneyimlerinin Batı dünyasındaki işleyişten oldukça farklı olduğunu görürüz.
Bir kere İslam dünyası Batı toplumlarının yaşadığı reform ve aydınlanma sürecine benzer bir geleneği yaşamamıştır. Batı’da reform, Katolik Kilisesi’nin kurduğu tahakküme yanıttır bir bakıma. Oysa Müslüman dünyada kilise benzeri bir din adamı baskısından söz edemeyiz. Dolayısıyla İslam toplumlarında dinin siyasetle olan ilişkisi farklı temelde geliştiği için sekülerleşmeye direnç daha fazladır. Doğal olarak liberal demokrasiye geçiş çok kolay olmayacaktır.
Bu konuda İslam dünyasındaki demokrasi ve siyasi hareketler üzerine çalışmalar yapan Amerikalı araştırmacı Şadi Hamid “İslami Kendine özgülük” kitabında şöyle bir tespitte bulunuyor: “Protestan Reformu’nun Aydınlanma’ya ve nihayetinde modern liberalizme zemin hazırlaması gibi, İslami ‘reform’un liberalizmi ortaya çıkarması için özel bir neden yoktur.”
***
Dolayısıyla İslam toplumlarında İslam’ı dışarıda tutan, tepeden inmeci sekülerleşme uygulamalarının sonuç vermesi mümkün değildir. Ayrıca unutmamak gerekiyor ki İslam dünyasının önemli bir bölümü tarihin belli dönemlerinde Avrupa’nın gaddar kontrolüne girdi ve sömürgecilik travması yaşadı.
Evet İslam dünyasının demokrasi arayışında İslam gözardı edilmemelidir, ama doğrudan dini referans alan, daha çok da klasik İslam kültürüne yaslanan bir demokrasi anlayışının modern demokrasinin değerleriyle buluşmasında önemli sorunlar bulunmaktadır. Dolayısıyla dini yedeğine alıp demokrasinin temel değerleri olan hukukun üstünlüğü ve insan hakları konusunda çok fazla ‘ama’ları olan bir demokrasi doğal olarak kendine münhasır bir demokrasi olacaktır. Ayrıca İslam’ın evrensel kuşatıcı mesajını bir rejim projesine indirgemek, çok doğru sonuçlar üretmeyebilir.
Bir tespiti açıkça yapalım, klasik İslam kültürünün oluşturduğu geleneksel yapıya sadık kalarak, modern demokrasinin İslam toplumlarında gelişmesi ne yazık ki pek mümkün değildir. Maalesef daha çok klasik anlayışla şekillenen İslam dünyası, İslam’ın evrensel mesajını her çağın şartlarında yeniden okumayı başaramadığı için dinin temelini oluşturan hukuk, adalet, özgürlük ve insan hakları gibi kavramlarla arasındaki mesafe giderek açılmıştır.
Açıkça ifade etmek gerekirse, İslam dünyasında dinle siyasetin iç içe olmasının demokrasinin gelişmesinde önemli sorunlar yarattığı bir gerçektir. Zira kutuplaşmanın derin yaşandığı İslam ülkelerinde siyasi aktörler kitleleri motive etmek ve otoritelerini pekiştirmek için dini hoyratça kullanmaktan çekinmemektedirler.
Özellikle demokrasi kültüründen gelmeyen toplumlarda yürütülen siyasi mücadelenin çok sert geçtiğini, hatta yıkıcı sonuçlar doğurduğunu biliyoruz. İşte böylesine kuralların çok fazla bir anlam ifade etmediği ortamda siyasi liderler siyaseten ‘ahlak dışı’ davranışlarını dini de kullanarak rahatlıkla ‘ahlaki’ bir kılıfa büründürebilmektedirler.
***
Bu çerçevede şu tespiti yapmakta yarar var, kutuplaşmanın derin yaşandığı toplumlarda karizmatik liderlerin önü her zaman açıktır. Ve gücü merkeze alan bu tür siyasi yapılarda çok seslilik bir zaaf olarak görülmektedir. Çünkü bu tür bir siyasi mücadele gücün takviyesi ve rakiplerin düşmanlaştırılması esasına dayanmaktadır. En önemlisi de ‘onlara karşı biz’ söylemi popülist liderlerin başarıya ulaşması için daha elverişli bir toplumsal ortam oluşturmaktadır.
Hatırı sayılır ölçüde demokrasi deneyimine sahip ülkelerde bile maalesef otoriter eğilimi güçlü olan siyasi liderlerin mücadelesi çok kıyıcı olabilmektedir. Çünkü bu güç oyununun aktörlerinin en önemli hedefi, bir bakıma toplum mühendisliği yoluyla bireyleri şekillendirerek yeni bir toplum inşa etmektir.