‘Ecel terzisi’ kapımızı çalmadan...

Salah Birsel’den ödünç aldığım bu ifade ile söylemek gerekirse ‘Ecel terzisi’ bir gün hepimizin kapısını mutlaka çalacak, bundan kaçış yok. Yaşadığımız hayatı dünyanın en süper imkanlarıyla donatabiliriz, büyük malikanelere, hanlara, fabrikalara sahip olabiliriz, makam ve mevki anlamında zirvelerde dolaşabiliriz ama biliriz ki bütün bunlar geçicidir ve o an geldiğinde hiçbir güç bu gidişi durduramaz.

Hayatta özellikle kendimizle baş başa kaldığımız nadir anlarda öylesine güçlü duygu fırtınalarına ve hissiyat sarsıntılarına maruz kalırız ki, bütün büyük hedeflerimizden, daha fazla biriktirmek için başkalarının ceplerine musallat olan sonu gelmez hırslarımızdan utanır pişmanlıklar içinde kıvranırız.

Ama çoğu zaman bir ‘güvenlik alanı’ olarak gördüğümüz o ‘güç’ denen illetin kollarından da asla kurtulamayız. İşte yaşadığımız dünyada hepimizin tek felaketi budur...

Schopenhauer ‘Hayatın anlamı’nda ıstırap ve sefaleti tanımlarken şöyle bir tespitte bulunuyor: “...Can sıkıntısı insanda en büyük belalardan, en doğrudan hissedilen cezalardan biridir. Hayattaki tek amaçları keselerini doldurmaktan ibaret olup kafalarının içini ölümüne boş bırakan bir sürü sefil yaratıkta görürüz bunu. Kendilerini götürüp azap içiresinde kıvrandıran can sıkıntısının kollarına teslim ettiklerinden bizzat bu servetleri onlar için bir cezaya dönüşmüştür.”

Eğer Allah’ın bahşettiği zihni melekelerimizi hayatın anlamını keşfetme yönünde değil de, sadece makam, mevki ve servet biriktirmenin azap matematiğine hapsedersek sonuçta belki matematiksel sonuçlara ulaşabilir, geçici başarılar elde edebiliriz ama insan olmanın erdemini keşfetmek için başka bir zamanımız hiç olmayabilir.

Belki de bazıları için vicdanlı ve erdemli olmanın hiç de önemi yoktur. Çünkü bizatihi güç ve iktidarın kendisi, somut olarak matematiksel getirisi olmayan ahlak, fazilet ve dürüstlük gibi kavramları örten bir cazibeye sahiptir.

Ayrıca tarihi tecrübeler göstermiştir ki, kayıtsız şartsız otoriteye teslim olmayan, güç ve iktidar dışında insan hayatını anlamlandıran başka değerlerin de olabileceğine ilişkin itirazlar yükselten her duruş ya hainliğin ya da işbirlikçiliğin işaretidir...

Oysa fazilet, vicdan, ahlak gibi kavramlar sadece cümleleri gösterişli kılmak için kullanılan birer kelimeden ibaret değildirler. Özünde bir ‘değer’ ve aşkınlık ifade eden bu kavramlar aynı zamanda insanoğlu için de içsel zenginliğe ve özgürlüğe işaret eder.

Çünkü insanoğlunu sadece güç ve iktidar tarafından kontrol edilebilir bir varlık haline dönüştürmek, dünyanın yarısını dolaşacak şekilde yaratılmış olan bir kuşu, ölümü arzuladığı bir kafese kapatmaktan farksızdır.

Bir gün gelir kurduğumuz bütün güç merkezleri yıkılabilir, herkese nizamat verdiğimiz makamlar cazibesini kaybedebilir. Unutmayalım, o gün geldiğinde ‘merhamet çınarı’ndan başka bir sermayemiz olmayacaktır. Büyük şair Sezai Karakoç’un dizelerinde olduğu gibi...

/Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

..........

Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır

Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır

Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili/

Kutlu bir iklime girdiğimiz şu günlerde hayatımızı yeni baştan kontrol etmenin, eşrefi mahlukat olmanın faziletini bir kez daha düşünmenin, alemlerin efendisini hulusi kalple zikretmenin tam zamanı...

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum