Her akşam üzeri kim ölür Gırnata’da...
Geçmişte büyük eserler ortaya koymuş bir medeniyetin izlerini sürmek, insanda çoğu zaman derin hüzünler bırakır, bazen de belki küçük umut kırıntıları...
Endülüs için yola çıkarken karmaşık duygular içindeydim, bir taraftan Endülüs İslam medeniyetinin hüzünlü hikayesini düşünürken, bir taraftan da bu medeniyetten geride kalanları görebilmenin heyecanını yaşıyordum.
Kadim şehirlerin kadim mabet ve saraylarının dolaşırken insan ister istemez ‘nereden nereye?’ sorusunu sormadan edemiyor. Otobüsümüz eskinin İşbiliye’si yeninin Sevilla’sının dar ve virajlı sokaklarında ilerlerken büyük bir medeniyetin rüyasını tekrar yaşamak gerçekten hüzün verici. Ama şurası bir gerçek ki, kağıt üzerinde bir medeniyetin yıkılmış olduğunu söylemek, o medeniyetin tarihin tozlu sayfaları arasına karıştığı ve hafızalardan silindiği anlamına gelmiyor. Endülüs İslam medeniyetinin yarattığı eserler hala ayakta ve sonsuza kadar da devam edecek.
***
Bütün kadim medeniyetler gibi Endülüs İslam medeniyetinin ruhu da büyük şehirlerdeki mabet, saray, kale gibi tarihi yapılarda bütün ihtişamıyla yaşamaya devam ediyor. Hafızalarımızda Endülüs medeniyetini canlandırdığımızda, Granada, Cordoba, Toledo, Sevilla, Murcia, Marbella, Cartegena, Almeria, Cadiz, Huelva, Jaen şehirlerinden oluşan; İber yarımadasının güneyini bu çerçeve içine almak gerekiyor.
Kısacası Endülüs İslam medeniyeti 711’den 1492’e kadar olan sürede İspanya’da birkaç şehrin dışında Pirenelere kadar olan coğrafyanın bütünüdür ve buna Portekiz de dahildir
Endülüs’ün her şehri bir medeniyet mirasına sahip ve uzun yazıları hak ediyor. Ama benim için Gırnata bir başka... Gırnata’ya ilk gelişim, El Bayzin mahallesinin en hakim tepesi olan Mirador San Nicolas’ta güneş sabaha veda edip yükselmeye başlarken karşımda El Hamra... Güneşin titrek renkleri El Hamra’ya vuruyor. Ve El Hamra’nın duvarlarına günün ilk ışıkları düşerken saray şiirsel bir renge bürünüyor.
Gırnata’nın El Hamra’yı en güzel seyredilecek tepeye adını veren San Nicolas Kilisesinin bulunduğu meydan. Kiliseye bakarken buranın bir cami olduğunu düşünmek bile insanı kederler içinde bırakıyor... El Bayzin’de Carmen tipi evlerin ortasında yükselen çan kulesi, hala Endülüs-Mağrip tarzının bir simgesi gibi duruyor, minaredeki tek değişiklik ise bir çan eklenmiş olması...
Ve El Hamra, yitik bir mirasın yeniden bulunması gibi bir şey... Müslümanların ve Yahudilerin kitapları yakılarak İspanya’dan sürülmesiyle oluşturulmaya çalışılan tek tip toplum yapısına inat El Hamra hala bir medeniyet incisi gibi yükseliyor Gırnata’da...
***
Üstat Sezai Karakoç’un şu ifadeleri, bir medeniyetin feryadını zihinlerimize adeta nakşetmektedir: “İslam Endülüs’te kendi üstüne katlana katlana, kendi içine sığışa sığışa, kendi içine çekile çekile, kendine doğru çekile çekile Gırnata’dan ibaret kalmıştır. İşte, onun da kapıları, Korkunç Ferdinand’ın omuzları, ordusuyla zorlanmaktadır. Artık sağ, sol, ön, arka, dört yan düşmandır. Avrupa’da merhamet, Afrika’dan ümit yoktur.”
İspanyol şairi Lorca dizelerinde diktatör Franco döneminin zulmünü anlatır aslında. Ama bugün okurken Gırnata’da ölen bütün çocukları düşünmeden edemiyor insan...
/Her akşam üzeri bir çocuk ölür,
her akşam üzeri Granada’da.
Her akşamüzeri yerleşir de su
dostlarıyla konuşur baş başa.
Yosundan kanatları var ölülerin. (Lorca))