Hür düşünce ve eleştiri olmadan bilim ve hukuk olmaz
“Allah, ilmi birdenbire kaldırmaz, âlimlerin ölümü ile yavaş yavaş kaldırır; ta ki cahiller baş olup da cehaletle hüküm verirler.” (Hadisi şerif)
Gerek Batı medeniyetinin, gerekse İslam medeniyetinin pırıltılı dönemlerini dikkatle incelediğimizde, bütün bilimsel gelişmelerin ve güçlü hukuk sistemlerinin oluşmasının temelinde aklın ve hür düşüncenin var olduğunu görürüz. Esas itibariyle bilimsel üretim bir toplumun, bir medeniyetin belli bir evresini teşkil etmekle birlikte aynı zamanda o medeniyetin üzerinde yükseldiği ana kaidelerden birini oluşturmaktadır.
***
Bugünden geriye dönüp baktığımızda özellikle 9. ve 15 asırlar arasında İslam medeniyetinde gerçekleşen bilimsel etkinlikler, Ortaçağ’daki İslam bilim çalışmalarının en parlak örnekleridir. Kuşkusuz bu çağda bilimsel gelişmelerin yükselişinin temelinde, Müslüman entelektüellerin rasyonaliteye verdiği önemin payı büyüktür. Maxime Rodinson’un bu konudaki sözleri dikkat çekicidir: “Müslüman ilahiyatının rasyonelliği azami ölçüdedir, hayranlık vericidir. Ortaçağ’ın tüm İslam entelektüelleri aklın güdümünde olmuştur.”
Aynı şekilde, seçkin bir matematik tarihi profesörü olan Ahmed Cebbar “İslam Bilim Tarihi” kitabındaki söyleşilerden birinde Müslüman kelamcıların vahiy üzerine kurulan bir temelden yola çıkarak, Kur’an’daki çeşitli ifadelerin ve hadislerin özgünlüğünü belirlemek için eleştirel, akılcı bir çalışma içinde olduklarına dikkat çekerek şöyle bir tespitte bulunuyor: “Araştırma yöntemlerinin bilimsel karakteri ‘eskilerin’ –özellikle de Yunanlıların- bir aletinin, yani mantığın ödünç alınmasıyla güçlenmiş ve beslenmiştir. Bazı alimler tarafından az veya çok kabul edilen, keza az veya çok karşı çıkılan Aristo mantığı Müslüman dünyanın entelektüel hayatına bütünüyle nüfuz etmiştir.”
Bu çerçevede, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin fıkıh ilmini inşa ederken kelam ilmini incelediğini, akaid konularını açıklarken de tevhidin hakikatlerini akli delillerle ispatlamaya çalıştığının altını çizmek gerekiyor. Ebu Hanife İslam hukukunun inşası konusunda bir ‘akademi’ oluşturmuş, bin öğrencisi arasından seçtiği içtihat vasfına sahip kırk öğrencisiyle günlerce, aylarca eleştirel bir ortamda tartışarak hukuk metinleri ortaya çıkarmıştır. Öyle ki bu öğrenciler, zaman zaman Ebu Hanife’nin düşüncelerini kıyasıya eleştirmekten çekinmemişlerdir. Çünkü Ebu Hanife özgür düşünceli bir alimdir. Her türlü görüş ve düşünceyi kendi aklıyla ölçmeden kabul etmemiş, sadece Kur’an ve sünneti esas almıştır. Ve hiçbir zaman kendi görüşlerini mutlak doğru olarak kabul etmemiştir. Muhammed Ebu Zehra’nın “İslam’da itikadi, Siyasi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi” adlı eserinde Ebu Hanife’den naklettiği şu ifadeler dikkat çekicidir: “Bizim düşüncemiz, bizim elde edebildiğimiz en güzel görüştür. Birisi bizim görüşümüzden daha güzel bir görüş ortaya koyarsa bizden çok onun doğru sayılması gerekir.”
Ayrıca İslam medeniyetinde bilimsel alanda en görkemli yılların yaratılmasında pek çok alim ve bilim insanı gibi Gazzali’nin de önemli bir katkısı bulunmaktadır. Gazzali’nin “el-Munkız mine’d-dalal” isimli eserinde akli ilimlerinin temelini soruşturduğunu kaydeden Muhammed Cebbar, Gazzali’nin şu ifadelerini altını çiziyor: “Onlarda karşı çıkılması asla gerekmeyen kısımlar, yararlı kısımlar ve zararlı kısımlar vardır. Örneğin matematik zararlı değildir, hatta mirasların paylaşımını kolaylaştırdığı için yararlıdır bile.”
***
İslam dünyasındaki bilimsel gelişmelerin, büyük fıkıh alimlerinin, matematikten astronomiye kadar her alanda bilim insanlarının yetişmesinin temelinde böylesine özgür ve eleştirel düşüncenin önemli bir payının olduğunu unutmamak gerekiyor. Ve hemen hatırlatalım, İslam dünyasındaki bu ilmi tekamülde Yunan filozoflarının etkisi tartışılmaz biçimde rasyonel zihniyetin gelişmesinde etkili olmuştur.
Ancak şu bir gerçek ki, Osmanlı iktidarının en parlak yılları olan 15. Yüzyıldan sonra İslam medeniyetinin düşüşü başlamıştır. Daha da önemlisi, geçmişte atalet içinde olan Hristiyan Avrupa’da müthiş bir değişim döngüsü başlamış ve bu süreç Rönesans’la sonuçlanmıştır. Buna mukabil, Müslüman dünyada rasyonel düşünme biçimi giderek önemini yitirmeye başlamış, pozitif bilimlere verilen değer kaybolmuş, çağı okumada ciddi bir payı olan ‘ictihad’ ilkesi terkedilmiş ve böylece İslam medeniyetinin en yaratıcı ve parlak devirleri sona ermiştir.