İşte insan hakları fukaralığı böyle bir şey
Epey bir süredir ısrarla ve inatla İslam dünyasının şu anda özellikle insan hakları alanında yaşadığı perişanlığın ve asla Müslümanlara yakışmayan insan hakları fukaralığının altını çizmeye çalışıyorum.
İşte tam da bu hali teyit eden hüzünlü bir örnek... Geçtiğimiz günlerde İstanbul Bağcılar İlçe Müftülüğünün, ailede yaşanan sorunlara dikkat çekmek için düzenlediği “Günümüz Ailesinde Problemler ve Çözüm Yolları” konulu konferansta konuşan İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Saffet Köse başka bir söze gerek bırakmayacak kadar ibret verici şu ifadeleri kullanıyor: “Şimdi insan hakları diye bir şey getirdiler. Kadın hakları ve çocuk hakları, işçi hakları, hasta hakları diye... Batı dünyasından bize gelen seküler haklar çatışma kültürünün ürünüdür.”
***
Bir zihin fukaralığının ürünü olan bu ifadelere neresinden bakarsanız bakın, gerçekten Müslümanlar adına hüzün verici... Maalesef dindarlığı sadece belli ibadetlerin yapılması, sakal, sarık, cübbe gibi dar bir alana hapsettiğimiz için insan haklarının korunması, hakkın-hukukun gözetilmesi, kadın ve kız çocuklarının haklarının korunması, eşitlik, şeffaflık, liyakat gibi kavramlar dini değerlerimiz açısından bir anlam ifade etmez hale geldi.
Oysa ‘insan hakları’na İslam’ın temel kaynaklarında sürekli vurgu yapılmakta ve dinin temeli adeta Allah ve kul hakkının korunması üzerine bina edilmektedir. Unutmayalım ki, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in ortaya koyduğu din sadece belli ibadetlerle sınırlı değildir. Dahası, insani ve ahlaki davranışlarla birlikte, insan ve tabiat ilişkisi de dinin alanı içindedir.
Ne yazık ki liyakatsizliğin ve kalite kaybının adeta zirve yaptığı günümüz İslam dünyasında, İslam’ın çağlarüstü bir din olduğu gerçeğini ve her çağın insanına söyleyecek bir sözü olduğunu anlatacak vasıfta bilim insanlarının bulunmaması dindarların en acı gerçeğidir.
Esasen insanlık tecrübesinin ortaya çıkardığı değişim ve gelişmeler dinin alternatifi olmak durumunda değildir. Hal böyle olunca, insanlık tarihinin akışı içindeki toplumsal değişimleri ilahi iradenin karşıtı gibi göstermek doğru da değildir. Gerek dini, gerekse geçmişte yaşanan sömürgeci zihniyet yüzünden Batı’ya karşı duyulan haklı öfkeyi bir noktaya kadar anlamak mümkün, ancak bu öfkenin insanlığın ortak değerleri olan ‘insan hakları’ ve ‘özgürlük’ gibi değerlere yönelmesi anlaşılabilir değildir, ayrıca hakkaniyetli de değildir.
***
İşte tam da bu zihinsel kirlenme yüzünden adının önünde ‘Prof.” unvanı bulunan sözde okumuş insanlar “Şimdi insan hakları diye bir şey getirdiler” gibi saçmalıklarla hepimizi utandıracak dindarlık fotoğrafı sunmakta bir beis görmüyorlar.
Bu dramatik manzara, aslında İslam dünyasındaki bilim, sanat ve teknoloji alanındaki geriliğin de en çarpıcı örneğini oluşturmaktadır. Maalesef eleştirel düşüncenin uğramadığı İslam ülkeleri bilimsel ve teknolojik alanda dünya ile yarışacak vasıfta bilim insanlarından mahrum bulunmaktadırlar.
Eğer özgür düşünceye ve liyakate dayalı eğitim kurumları oluşturabilseydik, modern çağın değerleri olan özgürlük, rasyonel düşünce, demokrasi, eşitlik, kadın ve çocuk hakları gibi değerlerin esasen İslam’ın öz değerleri olduğunu anlatabilecek bilim insanlarımız olurdu.
Artık şunu açık yüreklilikle ifade etmek gerekiyor, günümüz İslam toplumlarının dünyanın genel gidişatına, evrensel değerlere duyarsız kalarak ve de klasik kültür kodlarına hapsolarak modern zamanların insanına Kur’ani mesajı ulaştırmalarının imkan ve ihtimali yoktur.