Rusya’nın PKK-YPG’yi terörist ilan etmemesi boşuna değilmiş
Bir ülkenin dış politikadaki hareket kabiliyeti gerek bölgesel, gerekse küresel ölçekte politika üretmesi açısından her zaman hayati bir öneme sahiptir. Bu yüzden de devletlerin dış politikaları anlık rüzgarlara göre değil, tarihsel süreç içindeki istikametlerine göre değişir.
Bu çerçevede baktığımızda, Türkiye’nin dış politika istikametinin her zaman Batı ittifakı yönünde olduğunu görürüz. Zira içinde bulunduğumuz jeopolitik gerçeklik, doğal olarak Türkiye’yi bu istikamete yöneltmiştir. Ayrıca, muhatap olduğumuz çok yönlü güvenlik problemleri ve de ekonomik ilişkiler realitesi bunu gerektirmektedir.
Türkiye epey bir süredir geleneksel müttefikleriyle yaşadığı siyasal problemler yüzünden farklı arayışlar içinde olmak durumunda kaldı. Bu yeni durum çok realist bir seçim olmamakla birlikte, bazen zaruretler dış politikada istikamet değişimini zorunlu hale getirebiliyor. Ancak bu kalıcı değil, geçici bir duruma işaret etmektedir. Esas itibariyle dış politika da doğası gereği esnek olmak durumundadır. Ama bu esneklik güçler arasında savrulma anlamına gelmemeli.
İşte son dönemde Amerika ve Rusya arasında yaşanan diplomatik savrulma yüzünden, Türkiye’nin dış politikadaki esneklik kabiliyetinde bir zaaf algısı ortaya çıkmış bulunuyor.
***
Öyle anlaşılıyor ki geçtiğimiz hafta yapılan görüşmelerde, Amerika ve Avrupa ile ilişkilerde ortaya çıkan canlanma görüntüsü Rusya’yı pek de mutlu etmemiş. Bir anda fabrika ayarlarına dönen Putin, rejim kartını kullanarak Afrin’i masaya sürmüş bulunuyor. Nitekim Reuters, Halep’ten yola çıkan rejim güçlerinin Afrin’e girmeye başladığını duyurdu. Bu provakasyon denemesiyle sınırı aşan rejim güçlerinin daha sonra geri çeldikleri bildirildi.
Kuşkusuz bu hamle, neredeyse bütün güçlerini kaybeden Esad rejiminin kendi başına yapabileceği bir hamle değil. Dolayısıyla rejimin Afrin’e heves etmesinin arkasında Rusya ve İran’ın bulunduğunu anlamak için kahin olmak gerekmiyor.
Oysa Rusya işin başında Afrin’deki güçlerini çekerek, güya Türkiye’ye jest yapmıştı. O günlerde Putin’in kartlarını henüz tam açmadığını, PKK ve YPG kartından asla vazgeçmeyeceğinin altını çizmiştik. Evet gerçekten Putin’in başka hesapları varmış...
Şimdi Rusya’nın PKK’yı ve YPG’yi neden terörist ilan etmediğini, dahası bu örgütlere Moskova’da büro açma izni verdiğini anladınız mı?
Hal böyleyken özellikle Türkiye’deki bazı medya gruplarının Rusya sevdasına kapılmasını ve bu ülkeye büyük müttefik ve dost muamelesi yapmasını doğrusu anlamak mümkün değil. Oysa çok değil, biraz tarih okuması yapılabilseydi böyle bir sevdanın yatsıya kadar bile sürmeyeceği anlaşılabilrdi.
Nitekim Türkiye ve ABD’nin Suriye’de koordineli çalışmak için ‘ortak çalışma grubu’ oluşturma kararı, Rusya ve İran cephesini çok rahatsız etmiş olmalı ki daha çalışma grubu bile oluşturulmadan, Afrin’de Türkiye’yi tedirgin edecek sinsi planı devreye sokmaya başladılar. Açıkça ifade etmek gerekirse, alelacele gündeme getirilen Afrin hamlesinin temel hedefi, Türkiye’nin diplomatik açılımını etkisiz kılmayı amaçlamaktadır.
***
Bu arada Rusya dışişleri bakanı Lavrov’dan gelen son açıklama, kelimenin tam anlamıyla Türkiye’nin Suriye’deki hedeflerini doğrudan dinamitleyen bir açıklama. Çünkü, tam da rejimin PYD ile anlaşarak Afrin’e girmesi konuşulurken, Lavrov’un Türkiye’nin ‘güvenlik’ çıkarlarının Şam yönetimiyle doğrudan diyalog yoluyla korunabileceğini söylemesi ürkütücü. Yani Lavrov Türkiye’ye açıkça demek istiyor ki: Eğer Suriye’de olacaksan, Esad’la anlaşmak zorundasın, Amerika’yı da unut...
Ortaya çıkan tabloda bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor ki, Rusya ve İran Esad’ın hamiliğinden asla vazgeçmeyeceklerdir. Ayrıca PKK ve YPG’yi koruyup kollamaya da devam edeceklerdir. Çünkü Rusya ve İran cephesi için PKK-YPG kartı sahada en kullanışlı araçtır. Bu araçtan niye vazgeçsinler ki...