Şeytanı durdurmanın bir yolu var mı?
Güneydoğu’da şehirleri esir alan PKK terörünün ardından büyükşehirlere taşınan terör dalgası zihinlerdeki soruları daha da derinleştiren bir durum arzetmeye başladı. Bu yeni durum maalesef salt bir ‘terör’le tanımlanamayacak kadar derin bir hale işaret etmektedir.
Devlet teröre karşı bütün güvenlik tedbirlerini almış durumda, her türlü istihbari bilgiler değerlendiriliyor, polis alarmda. Ama görünen o ki bütün bu teyakkuz haline rağmen, çok derin bir planlamanın ürünü olduğu anlaşılan canlı bombalar da sistematik bir şekilde patlatılarak canımızı yakmaya devam ediyor.
Bu tabloda terörün adresi maalesef önemini yitirmiş durumda. Bir gün PKK’lı bir canlı bomba kendini patlatıyor, bir başka gün şeytanın bir başka yüzü IŞİD sahneye çıkıyor. Emniyet kaynaklarında Taksim’de kendini patlatan teröristin IŞİD üyesi olduğu kanaati hakim. Ama aynı kişinin daha önce DHKP-C adına eylemler yaptığı bilgisi de var.
Perdenin önündekilerin adresi nereye çıkarsa çıksın sonuç değişmiyor. Özünde Türkiye’nin canını sıkmayı amaçlayan kanlı saldırılar belli aralıklarla kabus üretmeye devam ediyor. Belli ki içinde uluslararası farklı unsurların da olduğu eller bundan sonra da yeni maşalarla cinayet işlemeyi sürdürecekler.
***
Kim ne mesaj veriyor?
Bu şeytanın gerçekten bir adresi var mıdır doğrusu ondan da çok emin değilim artık. Ama bu teröristlerin canları öyle istediği için Kızılay’da ya da Taksim’de kendilerini bir serseri mayın gibi patlatmadıkları kesin. Peki bu cinayetlerle Türkiye’ye kim nasıl bir mesaj vermek istiyor?
Dahası bu şeytanı durdurmanın bir yolu var mıdır?
Akıl ve mantık sınırları içinde değerlendirildiğinde, devletin istihbarat ve güvenlik birimleri her türlü terörist eylemi önleme kabiliyetine sahiptir. Ama son dönemde yaşadıklarımızın maalesef mantıklı bir açıklaması pek mümkün değil.
Öyle anlaşılıyor ki büyükşehirlerin bütün sokaklarını polis ve istihbarat elamanlarıyla bile doldursak bu şeytanın durdurulabileceğinden emin değiliz.
Galiba terörle mücadelede daha farklı bir konsept geliştirmek durumundayız. Çünkü her saldırının ardından başta siyasetçiler olmak üzere teröre lanet mesajları yayınlıyoruz, toplum olarak çok haklı bir şekilde öfkelerimiz kabarıyor, isyan ediyoruz. Ama bir hafta ya da on gün sonra şeytan farklı kimlikle bir başka şehirde sahneye çıkıyor.
***
Terör-diplomasi ekseni
Şu ana kadar yaşadığımız acı tecrübelerin bize öğrettiği bir gerçek var ki, sadece sahada silahlı mücadele ile terör belasından kurtulmak pek mümkün gözükmüyor. Terörle mücadelenin dış politika ile kesişen bir cephesinin olduğu da muhakkak.
Unutmayalım ki yakın komşularımızla ilişkilerimiz iç açıcı bir durumda değil. Her ne kadar bizim yarattığımız bir durum olmasa da Irak ve Suriye ile diplomasi hatları kopuk. Küresel güçlerle de derin anlaşmazlıklar yaşayan bir ülke görünümündeyiz. Mülteci krizi dolayısıyla Avrupa Birliği ülkeleri ile aynı fotoğraf karesinde görünüyor olsak da, bunun öyle çok coşkulu bir birliktelik olmadığı kesin.
Ne yapacaksak hemen acilen yapmalı ve bu fotoğrafı tersine çevirmeliyiz. Çünkü terör toplumun tahammül sınırlarını zorluyor. Hemen yarından tezi yok, özellikle müttefiklerimizle olan ilişkilerimizi zenginleştirecek bir üslupla yeni bir diplomasi hamlesi başlatmalıyız.