Sezai Karakoç Mozart ve Mona Roza’lı bir gece...

İnsan kendi kişisel tarihinin arka odalarına kısa yolculuklar yaptığında bazen hüzünlerle, bazen de coşkulu anlarla buluşur. Nedense genellikle hüzünlü anları atlayıp, zihninizde hala pırıltısını kaybetmeyen güzellikleri tekrar tekrar hatırlayarak bugüne taşımayı tercih edeniz.

Çok tuhaf, şimdi geriye dönüp baktığımda özellikle çocukluğumun neredeyse her anını satır satır ezbere okuyabiliyorum. Özellikle de hafızlık yaptığım yıllar... Keşke mümkün olsa, boyumu aşan karlı kış günlerinde babamın omzunda elimde Kur’an camiye mukabele okumaya gittiğim o büyülü günleri tekrar yaşayabilsem. O günlerin hafızama nakşedilen bazı anları var ki, her hatırladığımda zihnimde hüzün ve sevinç karışımı duygusal bir sel oluşur.

Hiç unutmam henüz 11 yaşındaydım, gece yarısına kadar Kur’an ezberlediğim için geç yatmıştım, erkenden kalkıp sabah namazına gittim, namazın ikinci rekatinde secdede uyuyup kalmışım, cemaat camiden çıkmış ve en son bir amca yanıma gelip yavaşça beni uyandırmıştı. Uyandığımda birden ‘Felak’ suresini okumaya başlamıştım, şimdi bile hala zihnimde o sure yankılanıyor.

Devasa çam ağaçlarının, gürgenlerin, ardıç kokulu kırların çevrelediği Karyağmaz köyünün iğde kokulu sokaklarında geçen çocukluğumun her gününü yeniden hatırladığımda şiir tadında hatıralarla dolu olduğunu görüyorum. Ancak her dönemin hatıraları kendine has özellikler barındırıyor. Ama en yoğun yaşanan dönemler çocukluk ve lise yılları olsa gerek... En azından benim için öyle...

Hiç unutmam, yıl 1975 lise ikinci sınıftayım. Bir Cumartesi günü Bursa Endüstri Meslek lisesinde okuyan bir arkadaşım, beni üniversite öğrencilerinin kaldığı bir eve götürdü. İktisadi Ticari İlimler Akademisi, Tıp Fakültesi ve Eğitim Enstitüsünde okuyan öğrencilerdi bunlar... O güne kadar hiç öyle bir evle karşılaşmamıştım, neredeyse salonun bütün duvarlarını kaplayan muhteşem bir kütüphane vardı. Kütüphanede hiçbir ideolojik sınırlama olmadan, aklına gelebilecek her tür kitap vardı. Romanlar, hikaye kitapları, şiir, tarih, sol ve İslami düşünceye ait fikri ve felsefi kitaplar...

Evde akşam namazını cemaatle kıldık, sonra yemek ikram edildi. Bir anda salonun köşesinde duran pikaptan o güne kadar hiç duymadığım bir müzik sesi yükselmeye başladı. Sonra öğrendim ki bu Mozart’ın 40. Senfonisiymiş. Ve hemen arkasından akademide okuyan bir ağabey ağır ağır bir şiir okumaya başladı:

/Ellerin, ellerin ve parmakların,

Bir nar çiçeğini eziyor gibi,

Ellerinden belli olur bir kadın,

Denizin dibinde geziyor gibi,

Ellerin, ellerin ve parmakların...

Zaman çabuk geçiyor Mona,

Saat onikidir söndü lambalar,

Uyu da turnalar gelsin rüyana,

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar,

Zaman çabuk geçiyor Mona.../

Kelimenin tam anlamıyla çarpılmıştım...Bu bir kitap değildi, fotokopi çekilip kitap haline getirilmişti ve ‘Mona Roza’ adlı tek şiirden oluşan bir kitaptı. Yani büyük şair Sezai Karakoç’un şiiri... O gece Sezai Karakoç’un fotokopi ile çoğaltılan el yapımı ‘Mona Roza’ kitabından bir adet de bana hediye ettiler. Yukarıdaki dizeleri o fotokopi kitaptan aynen aldım. Hala başucumda o el yapımı kitap duruyor... Aynı gece Sezai Bey’in ‘Kıyamet Aşısı’ kitabını da hediye etmişlerdi, yurda gittiğimde bir solukta okuyup bitirdim. Aslında bir lise öğrencisi olarak ‘Kıyamet Aşısı’ anlayarak okuduğumu söyleyemem, ama müthiş etkilenmiştim, içim içime sığmıyordu. Adeta şiir tadındaydı...

Hasılı, Sezai Karakoç, Mona Roza, Kıyamet Aşısı ve Mozart’ın Bursa’da buluştuğu o gece hayatımın dönüm noktası oldu...

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum