Türkiye Batı ittifakından kopuyor mu?
15 Temmuz’da paralel cinayet şebekelerinin Türkiye’ye yaşattığı kabusun ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Rusya ziyareti, hem içeride hem de Batı dünyasında ‘Türkiye eksen mi değiştiriyor?’ sorusunu gündeme getirdi.
Başta Amerika olmak üzere Batılı müttefiklerinin Türkiye’yi darbe girişiminde ve sonrasında yalnız bırakması, kuşkusuz bu sorunun çerçevesini biraz daha genişletmiş bulunuyor. Zira Türkiye bugüne kadar kendini hep demokratik dünya içinde tanımladı, halen de o dünyanın içinde yer alıyor.
Ancak öyle anlaşılıyor ki 15 Temmuz gecesi doğrudan Türk halkını ve Türk demokrasisini yok etmek üzere yola çıkan üniformalı teröristlerin hain girişimi, Batılı müttefiklerimizin çok da umurunda değilmiş.
Eğer Haşhaşi teröristler o gece başarılı olsalardı, eminim ki Batı başkentleri demokrasi düşmanı darbecilerden hiç de mutsuz olmayacaklardı. Muhtemelen tıpkı Mısır’daki cuntacılarla kurdukları ensest ilişkiye benzer bir ilişkiyi Haşhaşi cuntacılarla da kurmaktan çekinmeyeceklerdi.
***
Oysa Türkiye NATO’nun önemli bir ülkesi ve aynı zamanda AB ile tam üyelik müzakereleri yürütüyor. Maalesef müttefiklerimizin darbe girişimi karşısındaki suskunluğu demokratik değerleri değil, darbecileri daha çok önemsediği yönünde talihsiz bir fotoğraf ortaya çıkarmış bulunuyor. Kabul etmek gerekiyor ki bu tavır, Batı’ya karşı zaten tereddütler içinde olan Türkiye toplumunun hafızasında derin kırılmalara yol açmıştır.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Rusya ziyaretini Batı ittifakından bir kopuş olarak değil, Türkiye’nin dış politika açısını büyütme biçiminde okumakta yarar var.
Kaldı ki bu ziyaret esas itibarıyla sınır ihlali yapan Rus uçağının düşürülmesiyle başlayan krizin çözülmesi ve ilişkilerin kriz öncesindeki çok yönlü ortaklığa döndürülmesini amaçlamaktadır.
Dolayısıyla Türkiye’nin son yıllardaki geniş açılımlı dış politika perspektifi dikkate alındığında, bu ziyaretten ‘Batı ittifakından kopuş’ hikayesi çıkarmak çok gerçekçi olmaz.
***
Elbette Türkiye Batı ittifakından kopmayacaktır ama dış politika açısını sınırlayan bir perspektife de asla hapsolmayacaktır. Tarihsel dış politika hafızamızı biraz tazelediğimizde görürüz ki, Türkiye uzun yıllar boyunca Batı ittifakı dışındaki dünyayı keşfetmekte maalesef gecikmiştir. Dolayısıyla her dış politika açılımını ‘eksen kayması’ olarak görmenin bir manası yok.
Bu arada, Batı ile olan bağlarını biraz zorladığında ya da daha geniş ölçekli diplomatik enstrümanlar kullanmaya kalktığında Türkiye’nin darbelerle ve iç karışıklıklarla ‘terbiye’ edildiğini de bir yere not etmekte yarar var.
Evet demokrasi perspektifi ve bugüne kadar olan istikameti Türkiye’nin demokratik dünya içinde olmasını gerekli kılmaktadır ama 15 Temmuz’da demokrasiye ihanet eden Batı’nın da demokratik değerlere sadakat ve müttefikliğin kurallarına uyma zarureti vardır.
Unutmayalım, Amerika dahil Avrupa ülkelerinin hiçbiri şu ana kadar FETÖ terör örgütü konusunda tatmin edici bir tavır alabilmiş değildir. Bu aymazlık demokratik değerlerle de, müttefiklikle de izah edilemez.
***
Düşünün ki Amerika Türkiye’nin stratejik ortağı ama halen birtakım rutin açıklamaların dışında darbecileri hedef alan, daha da önemlisi Pensilvanya’daki terörist başına ilişkin net bir tavır alabilmiş değil. Ne yazık ki bu görüntü Türk halkının zihninde “Acaba Amerika bu darbe girişiminin neresinde?” benzeri soruları her geçen gün daha da artırmakta ve ilişkileri zehirlemektedir. Elbette Türkiye bundan sonra da demokratik hedeflerinden vazgeçerek başka bir diplomatik gezegen arayışına girmeyecektir. Zira başından beri bir ayağı hep Batı’da duruyor ama artık müttefiklerine de güvenmek istiyor.