Ulu’l emr’den kuvvetler ayrılığına
Modern hukukun önemli unsurlarından birisi olan “kuvvetler ayrılığı”nın liberal demokrasiler açısından hayati öneme sahip olduğu bir gerçek. Kuvvetler ayrılığı ilkesi sadece hukuki bir kavram değil, aynı zamanda siyasi bir kavramdır ve doğrudan iktidar erkini sınırlandırmaya yöneliktir. Bu ilkenin temeli her ne kadar Antik Çağ’a kadar uzanmakta ise de, günümüzde daha farklı bir anlam içermektedir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi artık günümüz modern demokrasilerinde iktidarı sınırlandırmaya yönelik bir araç haline gelmiştir.
***
Özgürlükçü siyasal sistemlerde yasama-yürütme-yargı gibi organlar kendi fonksiyonlarıyla sınırlanmış olup, diğer organların alanlarına müdahale edememektedirler. Dolayısıyla böylesi bir demokratik sistemde her organ bir diğerini kontrol edebilecek ve hiçbir kurum tek başına devlet mekanizmasının denetimini eline geçiremeyecektir.
Kısacası, iktidarın bölüştürülerek kontrol altında tutulması, modern zamanlara ait yeni bir düşünüş tarzıdır. Ve özü itibariyle dengeli yönetim anlayışının kaynağı “adalet” kavramıdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin esas amacı ise, layüsel yönetim anlayışının önüne geçerek özgürlükleri korumaktır.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin kökleri Antik Çağ’a kadar götürülse de, İslam’ın evrensel adalet ilkesi bağlamında bakıldığında bu ilkenin günümüzdeki kavramsallaştırmasına benzer yorumların da var olduğunu görmek mümkün. Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün’ün Milel ve Nihal dergisinde yayımlanan “Meşru Siyasal İktidara: Maturidi’nin Ulu’l Emr kavramsallaştırması” adlı makalesinde bu konuda dikkat çekici tespitleri var. Şaban Ali Düzgün makalesinde Maturidi’nin Ulu’l Emr’le ilgili görüşlerini irdelerken, Maturidi’nin Allah ve Peygambere itaatten sonra anılan ulu’l emri yöneticiler olarak tanımlamanın ve onlara itaatin Allah’tan sonra anılmış olmasının getireceği, ‘otoritenin kaynağı’nı ilahi olanla irtibatlandırma riskini dikkate alarak, itaat emrini, Allah’ın kitabına uygun verilen fetvalara tabi olmaya bağlayarak mutlak iktidarın/mutlakiyetçiliğin önüne set çekmeyi amaçladığını söylüyor. Bu çerçevede değerlendirildiğinde Maturidi’ye göre ul’l emr’in sadece devlet başkanı olarak alınmasının önünde teknik engeller bulunmaktadır.
Düzgün, Maturidi’nin bu konudaki görüşünü değerlendirirken şöyle diyor: “Ulu’l emr ayette, ihtilaf eden/anlaşmazlığa düşen ve bu durumda son kararı vermek üzere Allah’ın kitabına ve sünnete müracaat eden kişiler olarak anılmaktadır. Ulu’l-emr mutlak yönetim sahibi bir imam yahut devlet başkanı olsaydı, hiçbir anlaşmazlığın olmaması gerekirdi. Oysa ayette anlaşmazlığa düşen/farklı görüşlere sahip “ulu’l-emr”den bahsedilmektedir.
Ayetin indiği anda Peygamber Medine site devletinin başındaydı. Bir de onun yetkilendirdiği insanlar vardı. Nisa suresinin 59. Ayetinde anılan ulu’l-emr, yetkin ve yetki verilmiş insanlara işaret etmektedir. Ayet yetkin ve yetki verilmiş kişilere götürüp görüş almaktan bahsettiğine göre, ulu’l-emri salt devlet başkanı olarak yorumlamak doğru değildir.”
***
Aslında Maturidi “ulu’l-emr”in aynı zamanda bilginlere işaret ettiğini söylerken, “ulu’l-emr”in devlet başkanını denetleyen ulema grubunun gerekli şartlar oluştuğunda görevden alma yetkisinin de bulunduğuna işaret etmektedir.
Maturidi’nin ulu’l-emre yüklediği anlam çerçevesinde söylemek gerekirse; gerek siyasi, gerekse dini aktörler hesap vermeyen/denetlenemeyen, hukukla sınırlanmayan ve mutlak itaat edilmesi gereken bir güç olamazlar.
Evet ilkeler bağlamında İslami kaynaklarda adaletin tesisi, gücün sınırlanması, özgürlüklerin vazgeçilmez olduğu teorik olarak çok net bir şekilde tarif edilmiştir. Ama ne yazık ki tarihsel tecrübeler İslam toplumlarında bu ilkelerin ideal anlamda uygulandığını söylemek mümkün değildir.
Gelinen noktada Kur’an’ın tekrar tekrar adaletin tesis edilmesini, hakka-hukuka riayeti ve liyakati tek tek Müslümanlara ve yöneticilerine bir vecibe olarak yüklediğini dikkate aldığımızda, günümüzde modern demokrasilerin temelini oluşturan hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığının önemi eminin daha da iyi anlaşılacaktır.